En Sıcak Konular

Ordu AKP davasını niye bekler ki

8 Temmuz 2008 10:14 tsi
Ordu AKP davasını niye bekler ki Hüsamettin Cindoruk: Tahmin ettiğim kadarıyla, bilmiyorum, içlerinde yaşamıyorum ama ordu Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararı bekliyor saygıyla...

Bu travma Dengir Mir Mehmet Fırat’ın söylediği travmayı da aşan bir travma

Yani Atatürk devrimlerinin yarattığı travmadan da öte... Aşmanın tek yolu var, milli bir uzlaşmayı ortaya koymak. Bu görev ise hükümete düşüyor...

Türkiye değişiyor mu?

Aslında Türkiye bir değişim, bir direniş nöbeti yaşıyor. Buna tam bir nöbet demek lazım. Çünkü çok hastalık belirtisi var. Ülkelerin tarihlerinde az rastlanan dönemlerden birini yaşıyoruz. Herkesin içinde bir korku var, herkes birbirine kuşkuyla bakıyor. Sadece kişiler değil, kurumlar da karşılıklı güven sıkıntısı yaşıyor. Bu yüzden Sayın Bahçeli’nin söylediği ’akil adamlar’ı çok saygıyla karşılıyorum. Diyorlar ki ’akil adam’ devlet adamı olmalı. Yani dışarıdaki akil adam yerine, bir cumhurbaşkanı, bir başbakan ya da bakan olmalı ve onlar ortalığa çekidüzen vermeli. Çünkü yetki onlarda, görev de onlarda... Ama devleti yönetenler ’akil adam’ açısından sıkıntıdaysa Türkiye daha da zorlanır. 

Gül, bİr taraf bİtaraf deĞİl!

Hilmi Özkök’ün akil adam olarak Abdullah Gül’ü işaret ettiği söyleniyor... Sizce de öyle mi?

Sayın Gül’ün de sıkıntısı var, seçimi tartışmalı. Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri hep tartışmalı olur. Ne var ki seçimden sonra tartışma büyük ölçüde azalır. Sayın Gül’ün sıkıntısı şu; Anayasamıza göre ’Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilmelidir’ diye yeni bir kural var. Ama kendisi parlamento tarafından seçilmiş. Kendini kabul ettirmek için, tarafsız olduğunu ifade etmek için uğraşıyor. Ama onun görevini yapmakta zorlandığını görüyorum. Halkın da Sayın Gül hakkında vermiş olduğu karar, ’bir taraf’ olduğudur, ’bitaraf’ değil. Benim gördüğüm, siyasi hayatımızdaki en derin travmayı yaşıyoruz. Sayın Dengir Mir Mehmet Fırat’ın söylediği travmayı aşan bir travma yaşıyoruz.

Fırat, ‘Atatürk devrimleri travma yarattı’ demişti...

Atatürk devrimlerinin yarattığı travma geçti. Devrimlerin travma yaratması aşağı yukarı bütün sosyal, siyasal hadiseler için geçerli. Her seçim de bir travma yaratabilir ama bugün ortaya çıkmış olan durumda, cumhuriyetin nitelikleriyle ilgili bir tartışma veya bir kuşkunun ötesinde bir vaka var. AK Parti’nin iktidara gelişinden 6-7 sene sonra başladı bu. Biz hep sonuçları tartışıyoruz, sebepleri tartışmıyoruz. Cumhuriyet Başsavcısı neden parti kapatma davası açtı? Niye şimdi açtı? AK Parti 2002’den beri iktidarda. 2002’den bu yana tartışmalar, kuşkular oldu ama bir dava olmadı. Bu dava niye o zaman değil de şimdi açıldı? Bu davanın nedeni ne? AK Partililer kendi aralarında herhalde bir muhasebe yapmaktadırlar. İspanya’dan başlayan bir seri hadise var. 

AKP, 2008’E KADAR ÇOK DİKKATLİYDİ

Ama daha önce de kuşkular dile getiriliyordu...

Evet. Cumhuriyetçi, Atatürkçü kesim bir kuşku içindeydi. O kuşku AK Parti’nin kendisinden doğmuyor. AK Parti’den önce gelen bir akım var, bir ideoloji var. O ideolojinin cumhuriyetle, laiklikle olan bir kavgası var. O kavga bu sefer çok keskin biçimde iktidara gelmiştir. Cumhuriyetçi, Atatürkçü olanların hiç de alışık olmadığı bir sonuçtu bu. Hatta Silahlı Kuvvetler için de böyleydi. Ama 2008’e kadar AK Parti buna dikkat etti, kurumları tahrik etmedi. Eski tabirle ’tahriş etmedi.’ Ama İspanya’dan başlayan bir seri hadise var.

Yani Erdoğan’ın ‘Türban velev ki siyasi simge olsa’ sözü...

Dini ve siyasi simge, ikisi bir arada. AİHM’in bu konuda kararı var. O nedenle yapılan Anayasa değişikleri konusunda çok dikkatli olmamız gerekiyordu. AK Parti’nin bence önemli bir yanlışı var burada, MHP’nin de var. Birlikte hem 42. Madde’yi, hem 10. Madde’yi değiştirmeye teşebbüs ettiler. Açıkça söylediler, ”Biz bu değişikliği üniversitelerdeki türban yasağını kaldırmak için yapıyoruz“ dediler. O zaman bu, AİHM kararı ile çatıştı. Anayasa Mahkemesi’nin türbanla ilgili verdiği kararlarla çatıştı. En son Fazilet Partisi’nin kapatılma nedeni neydi? Sadece türbandı. Yani Merve Kavakçı’nın türbanla Meclis’e girme teşebbüsüydü. O öyle bir hadise haline geldi ki, iş bir hukuki problem olmaktan çıktı, bir siyasi sonuç ortaya çıktı. Ve tabii kim ne derse desin, objektif bakıyorum, bu davayla hem yargı, hem Anayasa Mahkemesi siyasetin içine girdi. Çünkü olay siyasi hale geldi, bir hukuki iktisap olmaktan çıktı. Dikkat ederseniz Anayasa Komisyonu’nun konuyla ilgili gerekçesine açıkça belirtiliyor, yani iddia ile söylüyor. ’Ben bu değişikliği türban yasağını kaldırmak için getiriyorum’ diyor. Anayasa Komisyonu’nun raporu bunu söylüyor. Anayasa Komisyonu’nun müzakereleri var, orada AK Partililer bunu açıkça söylüyor. Ve sonra yüce Meclis’te cumhuriyetin temel ilkelerinden biri olan laiklikle ilgili tartışmalarda da bu açıkça ortaya çıkıyor.


Laiklikle ilgili tartışmalar iki aşamalıdır ve iki ayağa oturur. Birincisi, bir hukuk problemidir, doğrudur ama diğeri de cumhuriyetin vazgeçilmez temel ilkelerinden biriyle ilgilidir. Hatta Anayasa Mahkemesi bazı kararlarında laikliği ’Cumhuriyetin temel ideolojisi’ olarak isimlendirmiştir. Böylesi önemli olan bir ilkenin bugün bu konuda değiştirilmeye kalkışılması, yarın temelden değiştirilmesi anlamına gelebilir.

LAİKLİK TARTIŞMASI 1995’TE KALDIĞI YERDEN BaŞLATILDI

Nasıl?

1995 senesinde yaptığımız Anayasa değişikliğinde biz laikliği 24. Madde’de tartışmaya açtık. O zamanki Refah Partili arkadaşlarımız 24. Madde’ye şu cümlenin ilavesini istediler: ‘İnancı gibi yaşama hakkı.’ İnancı gibi yaşama hakkı bugün Mısır’da var, bazı İslam ülkelerinde var, Malezya’da var. O hakkı Anayasa’ya koyarsanız ‘çift hukuk’ ve ‘çift eğitim’ ortaya çıkabiliyor. O nedenle müzakerelerde çok ciddi tartışmalar yaptık. Sayın Mümtaz Soysal yaptı, rahmetli Coşkun Kırca yaptı, ben yaptım, Refah Partisi’nin o günkü yönetici kadrosu yaptı, uzlaşamadık.

Demek istediğim; bugünkü Anayasa tartışmasını Türkiye, 1993-1995 arasında yapmıştı. O tarihte de hem Sayın Gül, hem Sayın Erdoğan Refah Partisi’nin önemli görevlerini taşıyorlardı. Biri İstanbul Belediye Başkanı’ydı, diğeri Grup Başkan Vekili’ydi. Onlar da bu müzakereleri biliyorlardı. Sanki bana öyle geldi ki, bu tartışma 1995’te kaldığı yerden yeniden başlatıldı. Bana nasıl böyle geldiyse, o konuları bilen her kesimde de bu böyle algılandı.

YARIN: Hükümet ordu ile anlaşmalı mı?, Erbakan, Erdoğan’dan daha basiretli bir siyasetçi. Neden?
Ordu, Anayasa Mahkemesi’nin kararını bekliyor saygıyla...


Bugün yaşananlar devletin kurumlarıyla hükümet arasındaki bir restleşme mi?

Siyasetçinin restleşme hakkı yoktur. Aşamayacağınız bir güçle restleşemezsiniz. Aşamayacağınız güçlerin çizdiği tablo da ortada... Bugün laikliğin güvencesi olduğuna inanan ve laiklik konusunda aşırı duyarlılığı olan bir Milli Ordumuz var. Anayasa Mahkemesi’nin gücü, varlığı Kurtuluş Savaşı’nı kazanmış o Milli Ordu’nun darbe yapmasını önlemek için düşünülmüştür. Nitekim pek çok anayasa bilimcisi, hatta sosyal bilimci Anayasa Mahkemesi 1960’tan evvel olsaydı darbenin olmayacağını söylüyor.

Neden?

Anayasa Mahkemesi, Tahkikat Encümeni kurulması hakkındaki kanunu iptal ederdi ve gerilim düşerdi deniyor.

Anayasa Mahkemesi’nin varlığı Milli Ordu’nun darbe yapmasını önlemek için düşünülmüştür dediniz. Peki bugün durum ne?

Bugün durum farklı. Tahmin ettiğim kadarıyla, bilmiyorum, içlerinde yaşamıyorum ama ordu Anayasa Mahkemesi’nin vereceği kararı bekliyor saygıyla...

Yoksa beklemezler miydi?

Ağır töhmet altında bırakmak istemiyorum kimseyi. Şimdi buradaki bence en büyük ayrışma; yeni bir cumhuriyet ortaya çıkartmak isteyenler oldu iddiasıdır. İkinci Cumhuriyetçiler’in ifadeleri, İkinci Cumhuriyet’i destekleyen gazetelerin AK Parti’ye destek veren gazetelerle işbirliği dikkat çekiyor. İkinci bir cumhuriyet olabilir mi? Buna ’yeni bir cumhuriyet’ de diyebilirsiniz. Yeni bir cumhuriyetin olabilmesi için demin söylediğim kurumları aşmak gerekiyor. Ben hep darbelere karşı çıktım, yine karşıyım ama darbeleri önleyemedim. Kimse darbeleri önleyemedi. Darbeler geldiği zaman da oturup muhakeme etmek gerekiyor. ‘Bu darbe bir sonuçtur, bu darbenin nedenleri ne?’ diye. Keşke hiç darbe olmasa, keşke Türkiye deminden beri söylediğim gibi darbelerle yüzgöz hale gelmese. Ama bir olgu var, buna bir ’sosyal değişim’ de diyebilirsiniz, bir ’siyasi olgunlaşma’ da, ’başkalaşma’ da... Ne derseniz deyin vaka değişmez. Bugün bir siyasi vaka var. O da devletin temel niteliklerinden biri olan laiklik üzerinde bir önemli siyasal ve hukuksal ayrışım var. Bu ayrışımı gidermek için ne yapmak gerekiyor, ona bakmamız gerekiyor. Bu ayrışma, bu tartışma, bu kavga bugün Türkiye’nin milli birliği ile ilgili sıkıntı verir hale gelmiştir. Söylediğim gibi, AK Parti’nin kapatılması hakkında devlet boşluğu ortaya çıkacaktır. Elbet bu boşluk doldurulur, ama o doldurmanın bir bedeli olur. O faturayı düşürtmemiz gerekiyor.
Türkiye darbelerle yüzgöz oldu


Ordunun laiklik konusundaki duyarlılığını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de bir vakanın varlığını kabul etmemiz gerekiyor. Cumhuriyet’in kuruluşunda Milli Meclis var, Milli Misak var, Milli Ordu var. Üç ayaklı bir devlet kuruluşu yaşamışız. Bu üç kurumun da bu cumhuriyetin kuruluşunda, bağımsızlığında, anayasal düzene geçişinde önemli etkileri var. O nedenle bizim milli ordumuzu sadece Türk Silahlı Kuvvetleri olarak görmek mümkün değil. Bugüne kadar gelen siyasi hayatımızda da bu ortaya çıktı. Bu ortaya çıktığı için de çok tedbirli, çok dikkatli olmamız lazım. 1958 senesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nde ilk darbe teşebbüsü Albay Cemal Yıldırım tarafından başlatılmıştı.

Meşhur 9 subay hadisesi...

Evet. O teşebbüsün üstüne dikkatle gidilmediği yolunda şikayetler vardır. Rahmetli Bayar derdi ki, “Biz, 27 Mayıs’ı hak ettik, çünkü o hadisede darbecileri beraat ettirdik. Muhbir Samet Kuşçu’yu 2 sene hapse mahkum ettik.” Sonra anlaşıldı ki 27 Mayıs’ın temelinde o darbe teşebbüsü var. O darbe teşebbüsünün temelinde Demokrat Parti’nin antidemokratik olma iddiası vardı. Ama dini istismar etmesi veyahut laikliği tehlikeye sokması gibi bir iddia yoktu. Ama oradan başlayan bir çizgi yaşadık. Bütün siyasi iktidarlar, siyasi taraflar bu darbe hadisesine çok dikkat etmek zorundalar. Çünkü Türkiye bir Batı Almanya değil. Batı Almanya demokrasiye geçti, 1946’lardan bu yana hiçbir askeri darbeyle karşılaşmadı, hatta darbe teşebbüsüyle de... Fransa aynı şekilde. Ama Türkiye öyle değil. Siyasetçilerin, siyasi partilerin, hatta siyaset bilimcilerin Türkiye’de ordu-siyaset ilişkisini çok dikkatle kavraması gerekiyor. Ama elbette bu darbeler dönemi de bitecek.

KAPATMA DAVASINA BİZZAT ERDOĞAN SEBEBİYET VERDİ

Peki ama nasıl?

Benim gördüğüm şu var: Türkiye darbelerle yüzgöz oldu. Dikkat ederseniz son zamanlarda herkes darbeden söz açıyor, herkes darbe yapmaya kalkışıyor, herkes için iddianameler tanzim ediliyor. Anlı şanlı orgeneraller mahkemelere sevk ediliyor. Bugüne kadar hiç rastlanmamış askeri alanlarda aramalar yapılabiliyor ve ’darbe’ sözcüğünün geçmediği bir gün bile yok. Bir ülke bu kadar darbe ile içiçe yaşayamaz. Kendine güvenini kaybetmiş bir demokrasiyle ve siyasetçilerle karşı karşıyayız. Geceleri uykusu kaçan siyasetçiyle demokratik rejimi yaşatamazsınız. Onu bırakın, bugün AK Parti iktidarı için çok önemli bir dava var. Bir şeye çok dikkat etmemiz gerekiyor; böyle bir aşamada bu partinin kapatılmasının devlete vereceği zararı hesap etmek zorundayız. Ortaya çıkacak boşluğu, kaosu, sıkıntıları yeniden siyasi hayatı düzenlemenin zorluklarını dikkate almak zorundayız. Bu aşamada Anayasa Mahkemesi’nin kararı var. Bir yanda keskin hukuk var, kesin hukuk kuralları var. Anayasa Mahkemesi’ni sınırlayan geçmişteki içtihatlarıdır. Anayasa Mahkemesi’nin1960’lardan bu yana kapattığı dinci partilerle ilgili yargıları var, laiklik tarafı var ve çizdiği anayasal sınırlar var. Anayasa Mahkemesi’nin bütün siyasi partiler için limitler çizdiği gözüküyor.

Bugün Anayasa Mahkemesi’ne karşı iktidar partisinin asabi tavrını anlayabilirim, duygusal olarak... Ama Anayasa Mahkemesi’ni töhmet altında bırakmadan, o kararları bilerek siyasete girdiklerini hesap etmeleri gerekiyor. 1998’de, 2001’de Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlar var. Bilhassa Fazilet Partisi’nin kapatılması kararı. Bu kararı görmezden gelerek demin söylediğim hataların yapılmasını anlamış değilim. Dolayısıyla bu yeni davaya bizzat Erdoğan sebebiyet vermiştir.
Vatan

Bu haber 2,419 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    10,367 µs