Bugün
Gülay Göktürk
0 0 0000
Reform kuşa dönmesin
KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul, Sosyal Güvenlik Yasası'yla ilgili açıklamasında, eleştirilerini sayıp döktükten sonra kilit bir cümle söylemiş: "Tasarı üzerinde yapılan uzun görüşmelerden sonra, hükümet bazı maddelerde geri adım attı, fakat yasanın bütünlüğüne sirayet eden özde bir değişim olmadı" İşte bu kilit cümle üzerinde konuşmalıyız.
Yasa tasarısını kuşa çevirmeden önce, Tombul'un şikayet ettiği "yasanın bütünlüğüne sirayet eden o öz"ün ne olduğunu; bu özü korumaktan yana olup olmamayı konuşmalıyız - ki, pazarlık pazarda at pazarlığı yapar gibi uzayıp durmasın. Nedir o öz? Emek platformu sözcülerinin tasarıdan "temizlemeye" çalıştıkları o öz, aslında geleceğin emeklilerinin maaş ödemelerini güvence altına almaya çalışmaktır.
Bilelim ki, eğer o öz iyice sulandırılırsa, kuşa döndürülür ya da yok edilirse, kabak çocuklarımızın başına patlayacak; onlar yaşlılıklarında emekli maaşlarını alamaz hale düşecekler, aç sefil olacaklar; ya da o çok güvenilen o sosyal devlet, "çaresiz bir baba" olarak, çocuklarını kandırmak için yeni para basıp basıp bankamatiklere koyacak; çocuklarımız da bankadan çektikleri şeyin gerçek para olduğunu sanacaklar; azgın bir enflasyon geri gelecek ve sadece emekli maaşları değil, bütün gelirler pula dönecek.
Çocuklarınıza "temiz bir çevre" bırakmaya bu kadar özen gösteriyorsunuz da, iflas etmiş bir sistem ve sahte bir emeklilik güvencesi bırakmaktan vicdanınız sızlamıyor mu? Çalışma Bakanlığı defalarca açıkladı, Başbakan defalarca anlattı; konuyu yakından bilen yazarlar yıllardır yazıyorlar, ama bir kere daha tekrarlayalım: Sosyal Güvenlik sistemi batıyor; kendisi batarken bütün ekonomiyi de beraberinde batırıyor. Bu yasa da bu batışı uzun vadede önlemek için çıkarılıyor. İşte batışın resmi: Sistem yılda 30 milyar dolar açık veriyor. Son 13 yılın açıkları 500 milyar dolar civarında.
Sosyal güvenlik kuruluşları yılda 44 milyar YTL prim topluyor, buna karşılık 52 milyar YTL maaş ödüyor. Ayrıca 20 milyar YTL de sağlık sistemine aktarıyor. Sorun yıllar ilerledikçe daha da büyüyecek. Çünkü şu anda yüzde 5 civarında olan emekli nüfus 25 yıl içinde yüzde 15'e varacak; çünkü biz de diğer Batılı ülkeler gibi bir nüfus yaşlanması yaşayacağız; bu da açıkları büyütecek.
Bu somut verileri böyle sayıp döktüğünüzde reform karşıtları "Devlet sosyal devlet değil mi? Açığı o kapatsın" diye kestirip atıyorlar. Sanki devletin, her yıl büyüyen SSK açıklarını kapatmak için kullanacağı o para, yeraltı kaynaklarından fışkıran su gibi sahipsiz, bedava ve sonsuz..
Tasarı Sezer'in vetosunu yemeden önceki tartışmalar sırasında bir yazımda da yazdım; aynen tekrar edeyim: Birincisi o para sahipsiz bir para değil. 70 milyonluk nüfusun gelirlerinden kesip ödedikleri vergilerden oluşuyor. Ülkeyi yönetenler "herkesin" parası olan bu parayı, belli bir kesime; hem de iyi - kötü sosyal güvenlik şemsiyesinin altına girme şansına kavuşmuş bir kesime aktarmakla, bırakın sosyal adalet sağlamayı, sosyal adaletsizlik yaratmış olurlar. İkincisi zaten Hazine'de her yıl aktaracak böyle büyük paralar yok. Bu ülke borçlu bir ülke... Üstelik tam da bu mantık yüzünden borçlu bir ülke...
Daha altı yıl önce kamu açıkları yüzünden borçları çeviremez hale geldiğimizi, büyük bir ekonomik kriz yaşadığımızı ve bunun temel sebebinin de "sosyal devlet" diye diye açılan kara delikler olduğunu; o kara deliklerin en kocamanlarından birinin de SSK açıkları olduğunu ne çabuk unuttuk? Devlet, çeşitli kesimlere gelir transferi yapmak için ya iç ya da dış borçlanma yapmak zorunda. İçerden borç alması demek, zaten yetersiz olan iç tasarrufu bankalardan emmesi; yatırımcıya alacak kredi bırakmaması, sonuçta kredi faizlerinin aşırı yükselmesi; yatırımların düşmesi ve sonuç olarak da istihdamın azalması demek...
Bir başka deyişle, SSK açığının sürekli devlet tarafından iç borçlanmayla kapatılmasını savunanlar aslında işçileri 65 yaşına kadar çalışmaktan koruyalım derken, işlerini toptan kaybetme tehlikesine atıyorlar. Dışardan borç almak ise, malum IMF'nin ve Dünya Bankası'nın kapısına gitmek demek. Normal olarak, IMF ya da Dünya Bankası da borç vereceği ülkenin bütçesine bakıyor, geri ödeme gücü olup olmadığının hesabını yapıyor; verdiği kredinin "batık kredi" olmaması için çeşitli şartlar koşuyor. Zaten Türkiye'ye koştukları şartlardan biri de, şu anda tartıştığımız yasa...
IMF, "Bu parayı al ama bir yandan da sosyal güvenlik açığını kapatmanın yollarını ara, sürekli borç alarak dönemezsin" dedi diye düşman ilan ediliyor. Lafa gelince IMF'ye, Dünya Bankası'na pek karşı olanların, "çare" diye önerdikleri şeyin; yani açığın Hazine'den kapatılmasının, sonunda gelip IMF'den ya da Dünya Bankası'ndan yeni borçlar isteme noktasına dayanması ibret verici değil mi?
Bu yazı 1,342 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
3 Ekim 2008
Krizler ve sebep sonuç ilişkileri
-
12 Temmuz 2008
Ergenekon Davasını bekleyen tehlikeler
-
12 Haziran 2008
Cumhuriyet Çalışma Grubu
-
28 Mayıs 2008
“Yalnız ve güzel ülkem”
-
25 Mayıs 2008
Tam Gün Yasası 2
-
21 Mayıs 2008
Tam Gün Yasası
-
18 Mayıs 2008
Hukuk dersi
-
14 Mayıs 2008
Kraliçe bilecek mi?
-
9 Mayıs 2008
Patinaj ve bıkkınlık
-
7 Mayıs 2008
"Dini ticarete alet etmek"
-
30 Nisan 2008
Taksim neyin sembolüdür?
-
25 Nisan 2008
“CHP'yi kurtarmak”
-
23 Nisan 2008
Doğurun, ama bize güvenerek doğurmayın
-
20 Nisan 2008
Hizmet yarışı olarak siyaset
-
16 Nisan 2008
Vazoda büyüyenler
-
9 Nisan 2008
“Kökü dışarda”
-
30 Mart 2008
"Eğer kapatma davası açılırsa..."
-
28 Mart 2008
Reform kuşa dönmesin
-
26 Mart 2008
Meşru müdafaa
-
19 Mart 2008
Asıl ihtimal Anayasa Mahkemesi’nin reddetmesidir
Yorumlar
+ Yorum Ekle