En Sıcak Konular
Star
Mehmet Altan
0 0 0000
Sevilla’daydım...
Sadece Fener’in olağanüstü zaferini değil, baharın gelişini de Sevilla’da selamladık. Yola koyulduğumuzda Türkiye’den gelen sinyaller muhalefet ile askeriye arasındaki ‘hain’ ekseninde dönen voltajı yüksek, düzeyi düşük tartışmaları işaret ediyordu.
Dün ise... Pentagon’dan gelen açıklamalar ile Diyanet İşleri Başkanı’nın Danıştay eleştirisi bir adım öne çıktı.
Anayasa Mahkemesi’nin CHP ve DSP’nin türban başvurusunu kabul etmesi bile çerez gibi kalacağı benzer.
Ama Türkiye’nin tüm bu kargaşasına dışarıdan şöyle bir göz atınca, tek bir sorunun etrafında dönüp dolaştığını bir kez daha görüveriyorsunuz:
Yeryüzüne yaraşır bir çizgiyi bir türlü yakalayamamak...
***
Türkler, sanki anadillerini öğrenmeye başladıklarında ilk telaffuz ettikleri kelimelerden birisi de... ‘Hain.’
Genelkurmay’ın bildirilerini kim, hangi Türkçe bilgisi ve kelime haznesiyle yazıyor bilmiyorum ama sanki kızdıklarına gönderdikleri matbuu bir metni ısıtıp ısıtıp önümüze koymaktalar: ‘Hain.’
Bu sefer ‘hain’ suçlamasından ana muhalefet ve yavru muhalefet de nasibini aldı.
Askeri bürokrasi ile siyaset dünyasının bu düzeyde birbirine girmesi, askeriye safında ‘hazırol’da durmaya alışmış olan muhalefete demokrasiyi anımsattı.
Buranın ‘Askeri bir Cumhuriyet’ olmasına son verme konusunda hiçbir zaman mutabakata varamayan siyaset kurumu demokrasiyi anımsadı. Başbakan Genel Kurmay’la ağır bir polemiğe giren muhalefete seslendi:
‘Muhatabınız benim.’
Muhalefet de Genel Kurmay’a seslendi:
‘Çık aradan.’ Bu partilerin ilkesel bir samimiyetleri söz konusu ise yapacakları bir tek şey var: Genelkurmay’ı, varlığı ile yokluğu fark edilmeyen Savunma Bakanlığı’na bağlamak.
Ve böylece savunma konularında siyasetçinin muhatabını gene siyasetçi kılmak.
Ama göreceksiniz ki hiç kimse burayı Avrupa Birliği’nin bıkıp usanmadan tekrarladığı ölçülerde sivil ve demokratik bir hale getirmek için gereken adımı atmayacak. Türkiye’deki siyaset kurumu 12 Eylül rejiminin ürünüdür ve Türkiye’de adet, sistemi toptan dönüştürmek yerine köhnemiş, antidemokratik yapıya egemen olmaya çalışmaktır.
***
Gelelim büyük patırtı kopartacağa benzeyen Pentagon’un açıklamalarına...
84 yıllık bir cumhuriyetin ‘sivil otorite-askeri otorite’ ilişkisini düzenleyemediği bir ülkede Kürt sorunun çözülmesini beklemek ne kadar anlamlı, bilemiyorum.
ABD bundan 10 yıl önce Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ettiğinde tek istediği şey Ankara’nın ‘Kürt sorununu’ bitirmek için köklü reformlar yapmasıydı. Ankara 10 yıl boyunca kılını bile kıpırdatmadı. Ankara, Kuzey Irak’taki PKK varlığına karşı Washington’dan yardım istediğinde Amerika’nın beklentisi gene 10 yıl öncekiyle aynıydı:
‘Kürt sorununun çözülmesi...’
Baktılar ki Ankara’da gene tık yok, bu kez iri laflar söyleyerek devreye kendileri girdiler.
İstihbaratı... Taktik stratejiyi veren...
Kaçınılmaz biçimde ‘aklı’da çekinmeden veriveriyor. Zaten Türkiye’nin meselesi ‘akılcılığı’ hep düşman görmek ve aklı inkar ettikçe de güçsüzleşmek; güçsüzleşince de her türlü dış müdahaleye açık hale gelmek değil mi?
100 yıldır konuşmaya bile cesaret edemediğimiz Ermeni sorunu bundan farklı mı?
Sen her ağzını açana ‘hain’ dedikçe ya da 301’i değiştirmekte bu kadar ayak sürüdükçe, geleceğin nokta, çuvalcı Amerikan Generali’nin müdahalesi değildir de nedir? Neden?
Çünkü toplumun dinamizmini kışkırtmak yerine üzerine kezzap döküp yakarsan, dış dünya da senin keskin muhalefetin haline gelir.
***
Peki ya Diyanet İşleri Başkanı’nın Danıştay’la polemiğine ne demeli?
Danıştay, idarenin hukuka uyup uymadığını denetlemesi gereken bir kurum.
Diyanet ise ‘din devleti’ olmayalım derken oluşturduğumuz ‘devlet dini’nin uygulayıcısı.
Hukuksal bir yaklaşımın muhatabının, dinin uygulamasını sağlayan bir kurum olması da bize has bir gariplik. Anayasa, din dersini ‘zorunlu’ kıldığında bunu sadece Müslüman Sünni vatandaşlarını göz önüne alarak yaparsa elbette bütün uygulama da karmakarışık olur.
Din dersinin zorunlu olması zaten yeniden tartışılması gereken bir konu.
Bir de Alevi ve gayrımüslüm vatandaşlarını yok sayınca, garabet iyice katmerleniyor.
Kısacası evrensel hukuk olmayınca bu işler de olmuyor...
***
Sevilla’da zafer ve ılık bir bahar vardı.
Şu döndüğümüz Türkiye’nin haline bak...
Bu yazı 1,127 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
3 Ekim 2008
Oku bakayım...
-
16 Ağustos 2008
Beş yıl önce neredeydiniz?
-
14 Ağustos 2008
Ahmedinejad’la...
-
12 Ağustos 2008
Saakaşvili Tolstoy okudu mu?
-
31 Temmuz 2008
‘Kapatma ama hırpala..’
-
14 Temmuz 2008
MİT’in Ergenekon listesi...
-
12 Temmuz 2008
İran savaşı yaklaşıyor mu?
-
10 Temmuz 2008
Ölümün askerleri
-
8 Temmuz 2008
Öksüz Çocuk Eldiveni...
-
5 Temmuz 2008
Dağbaşı
-
28 Haziran 2008
Bir Türk neye bedel?
-
26 Haziran 2008
Türkiye-Almanya
-
21 Haziran 2008
‘Kamuoyunu TSK çizgisine getirmek’...
-
13 Haziran 2008
Gerçekten cevap bu mu?
-
11 Haziran 2008
Askeri sopa ile özen...
-
2 Haziran 2008
Elitist mi, kitlesel mi?
-
1 Haziran 2008
Sizi muhatabınız belirler...
-
28 Mayıs 2008
Sivas’ın doğusu...
-
25 Mayıs 2008
Danıştay ne karar verecek?
-
24 Mayıs 2008
Birinci Cumhuriyet’in sonu mu?
Yazarlar
-
Mühürdar
-
Behiç Karahisarlı
-
Fahri Güven
-
Murat Bardakçı
-
Avni Özgürel
-
Mehmet Şevket Eygi
-
Muharrem Coşkun
Yorumlar
+ Yorum Ekle