En Sıcak Konular

Yusuf Kaplan
Yeni Şafak

Yusuf Kaplan
0 0 0000

Sinemada 'terra incognita'yı keşfedebilmek...



Sinema, hem Avrupa'da, hem de Amerika'da aynı zaman dilimlerinde dünyaya gözlerini açtı. Ama şu ân Amerika'da sinema diye bir şey kalmadı; bağımsız sinemacılarla deneysel sinemacılar hariç tabiî. Zaten onlar da Amerikalı değiller; Amerika'daki Avrupalılar.

Avrupa'da da sinemanın bir sanat ve dil olarak yeni ufuklar kazandığını söyleyebilmek zor artık; hele de Antonioni ve Bergman da aradan çekildikten sonra. Sinema Amerika'da bitti; Avrupa'da ise bitmediyse de can çekişiyor.

Amerikalılar, sinemayı, hem Amerikan toplumunun, kültürünün ve sığ değerlerinin yeniden üretilmesinde, Amerika'nın bir erime potasına dönüştürülmesinde; hem de dünyanın Amerikanlaştırılmasında kötü bir propaganda makinasına dönüştürdüler ve bitirdiler.

Avrupalılarsa, 1960'larda, 1970'lerde gözlendiği kalibrede, çapta sinema yapamıyorlar artık. Avrupalılar da popüler ve vulger Amerikan kültürünün ayartıcı câzibesine kaptırmış durumdalar kendilerini. “Derin” Avrupa kültürü ve düşüncesi can çekişiyor çünkü.

Sinemayı, Amerika'nın ve Avrupa'nın dışındaki coğrafyalar -Çinliler, Latin Amerikalılar, İranlılar, Koreliler vs.- yapıyorlar artık.

Sinema bir form'dur, bir vasıtadır. Güçlü bir sinema yapabilmenin yolu, köklü bir kültürün, medeniyetin oluşturduğu vasatın sinemaya esaslı bir ruh üfleyebilmesinden geçer. Yani sinema yapılan ülkenin kültür ve medeniyet vasatı ne kadar güçlü, köklü ve yaratıcı ise, orada yapılan sinema (=vasıta) da o ölçüde güçlü ve yaratıcı olur. Yine normlarınız ne kadar güçlü ve esaslı ise bu normlardan ilham alarak üreteceğiniz bütün formlarınız da, bütün ifade biçimleriniz de, düşüncede, sanatta, edebiyatta kuracağınız bütün diller de o kadar güçlü, esaslı ve ses getirici olur, olacaktır.

Sinema, toplumu yansıtan basit bir ayna değildir. Sinema, toplumu yansıtan bir ayna olarak düşünüldüğü ândan itibaren biter. Amerika'da sinemayı bitiren şey bu sığ anlayıştır.

Aksine sinema; topluma, kültüre, düşünceye, sanata, kısacası hayata üzerinde düşünülmesi, kafa yorulması, fikir beyan edilmesi ve yeni fikirler üretilmesi için ayna tutan bir vasıtadır. Sinema, elbette ki bir vasatın ürünüdür. Ama sadece bir vasatın ürünü olarak kaldığı zaman, sinema olduğu yerde dona ve dura kalır.

Sinemanın yaratıcı bir vasıtaya dönüşmesi, hem içinde doğduğu vasatın ifadesi, hem de o vasatı yeni şekillerde, yepyeni bakışlarla yeniden ifade edebiliyor olabilme katsayısıyla doğru orantılıdır. Bu da, sinemanın toplumun aynası olmasıyla değil; topluma ayna tutabilecek yaratıcı bir ruhla ve kurucu bir iradeyle donanabilmesiyle gerçekleştirilebilir ancak.

Yani, sinema bir hakikat arayışı yolculuğudur. Hakikat ise, keşfedilmemiş bir kıta (terra incognita)dır. Hakikat arayışı, hem fizik, hem de metafizik alanları ihata edebilen derinlikli kültürlerde yaratıcı yolculuklara çıkarır ve yaratıcı keşifler yaptırır insana (=hem filmi yapana, hem de filme bakana).

Batı'da sinemanın can çekişiyor ve kötü bir propaganda aygıtına dönüşüyor olmasının nedeni, Batı kültürünün seküler / dünyevî, dolayısıyla fizik gerçekliği eksene alan, antroposantrik (insan-merkezci, insanı tanrının konumuna yerleştiren, insanı da, Tanrı'yı karikatürize ve yok eden) tek boyutlu bir kültür olmasıdır.

İnsanı hakikat arayışı yolculuğuna çıkarabilen yaratıcı, dönüştürücü bir sinemanın Batı dışı dünyada yapılıyor olmasının nedeni ise, bu coğrafyaların kültürlerinin aynı zamanda fizikötesi gerçekliğe de uzanabiliyor olmasıdır. Binlerce yıllık kültürlerin sinema yaparken topyekûn seferber edilmesi, sinemaya yepyeni soluklar, yepyeni boyutlar getirmiş, Batı sinemalarının ulaşamayacağı noktalara taşımıştır sinemayı.

Türkiye'de de bizim derinlikli bir kültür ve medeniyet birikimimiz var; ama biz, bu birikimin dışına fırlatılmış durumdayız ve “Kunta Kinte”leri oynuyoruz adeta. Böyle bir ülke kaçınılmaz olarak yetenekli insanlar mezarlığına dönüşür.

İşte Kültür Bakanlığı'nın son film destekleme kurulu toplantısında, özgün bir film dili kurma, bunun için az çok bizim medeniyet birikimimizi harekete geçirme kaygısıyla hareket eden Erden Kıral, Ali Özgentürk gibi usta, Derviş Zaim, Nuri Bilge Ceylan gibi parlak ve 8 de genç yönetmene destek verildi. Destekler verilirken, ideolojik kaygılarla hareket edilmedi; önümüze gelen projelerin özgünlüğü ve dil kurma kaygıları öncelendi. Belki de ilk kez böyle bir şey oldu sanırım.



Bu yazı 1,247 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 28 Temmuz 2008 Ergenekon'la “dolmuşa bindirilmediğimizden” emin miyiz?
    • 21 Temmuz 2008 Televizyonu dönüştürmek ve dil kurmak
    • 14 Temmuz 2008 Medya, nasıl seküler 'kilise'lere dönüştü?
    • 27 Haziran 2008 Travma ve yok oluş süreci
    • 27 Haziran 2008 Travma ve yok oluş süreci
    • 26 Mayıs 2008 Küresel İngiliz hâkimiyetine doğru (mu?)
    • 19 Mayıs 2008 İngilizlere dikkat!
    • 28 Nisan 2008 Laikçilik zırhıyla Türkiye'yi satıyorlar!
    • 25 Nisan 2008 Medeniyet yoksa, medîne de, din de yok olur
    • 18 Nisan 2008 Peygamberî çağ/rı
    • 24 Mart 2008 Çağa tanıklık, peygamberî soluk ve öncü varoluş kuşağı (2)
    • 17 Mart 2008 Türkiye bağımsızsa, Türkiye'yi bağlayan şey ne öyleyse?
    • 14 Mart 2008 Yalıtılmış masal perdesinden ruhsuz heykeller yapmak
    • 10 Mart 2008 "32. Gün"ün yaptığı şey televizyonculuk mu?
    • 3 Mart 2008 Aydınlanma mı dediniz? Peki, nerede Kant'ınız, Diderot'nuz, Voltaire'iniz?
    • 25 Şubat 2008 Kurumları kezzapladık, şimdi sıra insanlarda mı?
    • 18 Şubat 2008 Konya modeli
    • 15 Şubat 2008 Türkiye neden durdurulmalı; ama durdurulamaz?
    • 11 Şubat 2008 'Medya terörü' derhal durdurulmalı!
    • 4 Şubat 2008 21. yüzyılı "Türkiye" başlatacak...

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    13,725 µs