En Sıcak Konular
Sabah
Engin Ardıç
0 0 0000
Halktan kopuk yazı
Sevgili Hıncal ağabey, Ankara’da La Traviata seyretmiş, beğenmemiş ama beğenmiş.
Çünkü Doğan Hızlan bir, Hıncal Uluç iki, Türk basınında beğenmedikleri şeyleri de beğenen, daha doğrusu kendilerini herşeyi beğenmekle yükümlü kılmış kişilerdir.
Kostümleri beğenmemiş, “basit, hatta yavan kalmış” diyor, yönetmenin “bir yorumculuğuna rastlamamış”, yüz yıl önce de herhalde böyle oynandığını söylüyor.
Fakat “minimalist” dekoru beğenmiş. Bir ayna, bir yatak ve bir avizeyle “Paris’in en şaaşaalı fahişesinin evi iyi simgelenmiş”... Öyle diyor. Oysa, kostümlerden sözederken “çok daha gösterişli, çok daha çarpıcı olmalıydı o devir Paris sosyetesi” diyen de kendisi.
Neyse, kızkardeşi Serpil aileyi kurtarıyor, çünkü o ne dekoru beğenmiş, ne de kostümü. (Yoksa bu cümleyi “ne beğenmemiş/ne de” şeklinde mi yazmalıydım? Bunu çözecek köşe yazarına bir sıkımlık diş macunu ödül verilecek, basınımızın en güncel tartışma konusudur.)
Hıncal ağabey “minimalizm” sever, çünkü Ankaralı.
Eh, Kamelyalı Kadın’ın evinin işini bir ayna, bir yatak, bir de avizeyle bitirmek de herhalde “Ankaralı memur bütçesine” alışmış vatandaşların zevki! Utanmasalar laminat kaplatacaklar.
Şaka, Hıncal ağabey, şaka... İki ay önce ben de Viyana’da bir La Traviata seyrettim, minimalist dekorla, çok kelekti.
Volksoper kadrosu büyük sanatçılardan oluşmuyordu ama kötü de söylemiyorlardı, fakat dekor... Dediğin gibi, bir ayna, bir yatak, bir avize! Belki Staatsoper’de daha parlak sahnelenir ama oraya bilet bulmak da Viyana hayvanat bahçesindeki develere hendek atlatmaktan daha zordur.
Hele o Paris sosyetesini görmeliydin ağabey... Bizim Hacıhüsrev sosyetesi çok daha coşkulu, çok daha renklidir. Hele bir Flora Bervoix vardı ki, yatılı kız mektebi müdiresi mübarek! Flora’nın azarladığı zampara Marki, say ki Creditanstalt Bankası’nda yeminli murakıp! Violetta’ya yeşillenen Baron da bir Marsilyalı mafya tetikçisini andırıyordu.
Sonra meseleyi çözdüm: Giuseppe Verdi, Orta ve Kuzey Avrupa “ruh iklimine” seslenmiyor! Çünkü Akdeniz çocuğu.
Onun için, bırak La Scala’yı, La Fenice yorumu bile, onu da bırak, Palermo Operası yorumu bile Viyana işine de basar, Berlin işine de, Hamburg işine de. (Nasıl fuhuşta bir “Karaköy işi”, bir de ondan farklı “Beyoğlu işi” varsa, operada da şehirlere göre farklı “işler” sözkonusudur!)
Hele bir Berlin işi Yarasa seyretmiştim ki (Die Fledermaus) içimden yönetmeni dövmek gelmişti... Herif o şıkır şıkır, o fıkır fıkır operete tutmuş demir konstrüksiyon Berliner Ensemble dekoru yapmış, külrengi “estradlar” mestradlar, sanki Brecht oynanıyor! Peter Stein olsa gerek, hani Almanya’ya kaçan Türk komünistlerinin pek sevdikleri yönetmen...
İşte Hıncal ağabey, seninki de “Ankara işi” oldu galiba!
La Traviata operasına, herşey gider de, minimalizm gitmez.
Ay başında maaş farkını bekleyen Ankara memuru da, ne Violetta Valery’nin ruhunda kopan fırtınaları anlar, ne Alfredo Germont’un içine düştüğü açmazı, ne de Baron Douphol’un karılara para yedirmesini... Haaa, bak “oğlumun peşini bırak ulan orospu” diye tutturan Baba Germont onlara daha yakın gelecektir!
Bu da şaka tabii canım, bu da şaka... Franco Zeffirelli öyle görkemli bir Traviata filmi yaptı, çıtayı öyle yükseltti ki, değil aşmak, yanına yaklaşmak bile artık çok zordur. O filmi seyrettikten sonra (benim herhalde yirmi falan olmuştur) herhangi bir Traviata’yı beğenmek de çok güç. (Placido Domingo hastasıyım ama Teresa Stratas’a pek bayıldığım söylenemez, Hıncal Uluç onu da beğeniyor!)
Neyse Hıncal ağabey, istersen Luchino Visconti’nin sahneye koyduğu 1955 yapımını anlatmaya hiç girmeyelim de okuyucu hepten kaçmasın...
Fakat küçük bir hoşluk aktaracağım: Visconti son sahnede, kan tükürerek ölürken Maria Callas’a ille de şapka giydirir, Callas da ille o şapkayı yere düşürmenin bir yolunu bulur, Visconti kuliste “geberteceğim bu karıyı” diye bas bas bağırırmış. O zamanlar asistanı olan Zeffirelli anlatıyor.
Biliyorsun, aynı zamanda sevgilisiydi. Sonra Visconti onu Helmut Berger’le aldattı. Bunlar en ünlü eşcinsel sanatçı çiftleri, tıpkı James Ivory ile rahmetli İsmail Merchant, ya da Helen Degeneres ile Portia de Rossi falan gibi.
Tamam işte, yazıyı halktan kopuk olmaktan kurtardık!
Bu yazı 1,359 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
19 Ağustos 2009
Öyle olmayacak Tarhan Bey
-
3 Ekim 2008
Alman oğlu Alman
-
16 Ağustos 2008
Solculuk bile yapılır
-
14 Ağustos 2008
Frikik istiyorlar!
-
30 Temmuz 2008
Cirmi kadar yer yakar
-
14 Temmuz 2008
Bizim oğlan okumasın, dersaneci olsun
-
12 Temmuz 2008
Sıcakta serin yazı
-
5 Temmuz 2008
Kendini genel başkan sanan genel başkan
-
28 Haziran 2008
Korporatizm
-
27 Haziran 2008
Bu, gazetecilik değildir
-
13 Haziran 2008
Tekniğini merak ettim
-
11 Haziran 2008
Devr-i saadet
-
1 Haziran 2008
Memleket mazbut, lakin matbuat...
-
28 Mayıs 2008
Orada serbest
-
26 Mayıs 2008
Panpan est un pantin, Zizi est une poupee
-
25 Mayıs 2008
Psikolojik iç savaş
-
24 Mayıs 2008
Aslında ödleri patlıyor
-
21 Mayıs 2008
Lahındayk
-
19 Mayıs 2008
Sieg heil!
-
18 Mayıs 2008
Futbolcu aydınlar
Yazarlar
-
Mühürdar
-
Behiç Karahisarlı
-
Fahri Güven
-
Murat Bardakçı
-
Avni Özgürel
-
Mehmet Şevket Eygi
-
Muharrem Coşkun
Yorumlar
+ Yorum Ekle