En Sıcak Konular

Hasan Karakaya
Vakit

Hasan Karakaya
0 0 0000

Ecdada sövene ödül, Allah diyene sürgün!



Askerlikte bir kural vardır... Komutanlar; "En iyi savunma, taarruzdur" derler... Doğrudur; "savunma"nın en iyisi, gerçekten de "taarruz"dur...

Çünkü, "savunma" yapan bir kişi veya askerî birliğin, mutlaka bir "açığı" vardır!.. Ya "yeterli gücü" yoktur, ya da "cephane"si azdır... Buna karşılık, "taarruz" eden bir kişi veya askerî birliğin, her şeyden önce "kendisine güveni var" demektir... En azından, "karşı taraf" böyle düşünür ve saldıracaksa bile "temkinli" ve "tedbirli" davranır!..
O halde, tekrar edelim:
"En iyi savunma, taarruzdur!"
Başta CHP'liler olmak üzere, birçok "laikçi" işte bunu yapıyor!.. Evet, "savunma" yapmak yerine, sürekli "taarruz"da bulunuyorlar!..
Böyle yapmakla da, "rakip"lerini "aşağılık kompleksi"ne itmeye ve "savunma" yapmasını sağlamaya çalışıyorlar!..
Meselâ, diyorlar ki;
"AK Parti, yoğun bir siyasi kadrolaşma içinde!.. Çeşitli kuruluşların başına getirdikleri insanlar, AK Parti'nin ideolojisine yakın kafada kişiler!.. Bu atamalarla, devlete sızmaya ve rejimi tehdit etmeye başladılar!.. AK Parti Hükümeti, bir din devletine doğru hızla yol alıyor!"
Evet, böyle "taarruz" ediyorlar!..
Peki, bu iddialar "gerçek" midir?..
"Kadrolaşma" iddialarının aslı var mıdır?..
ECDADA KÜFRET, ÖDÜLÜ HAKET!
Açık ve net söyleyeyim:
Bu "iddia"ların aslı olsaydı, meselâ Edirne/Keşan'daki, meselâ İstanbul'daki olaylar cereyan eder miydi?..
Yani, buralarda görevli "öğretmen"ler veya "müdür"ler, "AK Parti'nin onaylamayacağı" bir icraat içinde olurlar mıydı?..
Cevabım tek kelime:
"Olmazlardı!"
Evet, olamazlardı... Çünkü, değil Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, AK Partili herhangi bir kişi "ecdadımıza sövülmesi"ne razı olmazlar, "sövecek" ve "sövülmesine göz yumacak" birini de o göreve getirmezlerdi!..
Ama onlar, "hâlâ görevde"ler!..
Bilmeyenler ve duymayanlar için Keşan'daki olayı özetleyeyim:
Efendim; 
Keşan İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, geçtiğimiz ay Cumhuriyet'in 84. yıldönümü sebebiyle ilköğretim okulları arasında bir "kompozisyon yarışması" düzenlemiş...
Müdürlük ayrıca "torpil olmaması için" öğrencilerden kompozisyonlarda kendi isimleri yerine mahreç kullanmalarını istemiş...
Türkçe öğretmenlerinden oluşan 7 kişilik seçici kurul, sonuçları açıkladığında, "Yekta Baydar İlköğretim Okulu 5. sınıfı"nda öğrenim gören ve "Güneş" mahrecini kullanan bir öğrencinin "Cumhuriyet Gelince" başlıklı kompozisyonu ikincilik ödülünü almış!.. Çünkü bu kompozisyonda, Sultan Vahdettin'den "hain" olarak söz ediliyormuş!..
Bu arada dereceye giren kompozisyonlar yerel gazetelerde de yayınlanmış...
Bu kompozisyonları okuyan yerel Keşan Medya Gazetesi Köşe Yazarı Mustafa Kabakçılı, ikinci olan kompozisyonda öğrencinin son padişah Vahdettin'in ismini kullanmadan "hain" diye bahsetmesine kızarak, "Ödül istiyorsan ecdadına küfret" başlığıyla bir yazı yazmış!..
Mustafa Kabakçılı çok doğru söylemiş... Bu ülkede "ödül" alan herkes ya "ecdadımıza" ya da "milletimizin inanç ve değerleri"ne söverek ödül almıyor mu?..
Meselâ Orhan Pamuk'a verilen ödül de, İsviçre'de yayınlanan Tagesanzeiger gazetesinin Das Magazin isimli kültür ekine yaptığı "30 bin Kürt'ü ve bir milyon Ermeni'yi öldürdük, Türkiye'de hiç kimse bunu dile getirmeye cesaret edemiyor. Ben ediyorum" şeklindeki sözlerinden dolayı verilmemiş midir?..
İşte Edirne/Keşan'daki "ödül" olayı!..
Böyle bir kompozisyonu "5. sınıftaki bir çocuk" yazabilir mi?.. Bu yaşta bir çocuk Sultan Vahdettin Han için "hain" diyebilir mi?..
"Hain" demeseydi "ödül" alabilir miydi?..
Bir soru daha:
Bu ödülü veren öğretmenler, "AK Parti siyasi kadrolaşması"(!)nın neresindedir?.. AK Parti, "ecdada söven" bir kompozisyona "ödül" veren öğretmenleri bile bile o göreve getirmeyeceğine göre; bu nasıl "kadrolaşmadır, bu nasıl din devletine gidiş"tir?..
ECEVİT'İN GÖZÜYLE VAHDETTİN
Bırakın AK Parti'yi, eğer yaşıyor olsaydı, böyle bir kompozisyona Bülent Ecevit de şiddetle karşı çıkar ve "Vahdettin hain değildi" derdi...
Malûm, bu tartışma yıllardır sürüyor... Sultan Vahdettin, bu ülkenin "yerli" insanlarının gözünde bir "kahraman"dır!.. "Türkiye'ye fransız"ların gözünde ise "hain"dir!..
Sultan Vahdettin; kimilerine göre, İngiliz gemisiyle ülkeyi terk eden bir hain, kimilerine göre ise Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkışını onaylayan ve vatanın kaderini Atatürk'e teslim eden bir kahraman.
Resmi tarih ile muhalif görüşü savunanlar arasında tartışma 80 yıldır sürüyor.
Bülent Ecevit, 16 Temmuz 2005'te olaya yeni bir boyut kazandırmıştı...
Osmanlı'nın son sultanı ile uzaktan akraba olan eski Başbakan, Vahdettin'e 'vatan haini' denilmesine karşı çıkıyor ve diyordu ki:
"Kurtuluş Savaşı'na açıktan olmasa bile, belirgin şekilde destek oldu. İstanbul'dan ayrılacağı zaman devletin elinde külliyetli altın ve para vardı. O, çok az bir miktar aldı. İstese tümünü alabilirdi. Saygıdeğer bir davranışta bulundu."
Uzun lâfın kısası;
Ecevit bile böyle derken, Sultan Vahdettin için "hain" diyen bir çocuğa ödül vermek; "Orhan Pamuk'a ödül vermek" gibidir ki, ona "kimler"in ödül verdiğini söylemeye herhalde gerek yok!..
Tabiî bu ödülü veren "zihniyet"in de "hangi kadrolaşmanın ürünü" olduğunu sormak gerekir!..
Öyle anlaşılıyor ki;
"Devlet kadrolarına çöreklenenler" hep aynı taktiği kullanıyor!.. "AK Parti kadrolaşıyor" diye saldırıyorlar ki, "kendi kadroları" görevde kalmaya devam etsin!..
TÜRKİYE'NİN İLK TİCARET LİSESİ
Şimdi de, "zihniyet" itibariyle "Keşan'daki olay"a benzeyen bir başka olaydan söz etmek istiyorum...
Ama, olaya geçmeden önce, "tarihî bir vakıa"ya dikkat çekmek istiyorum:
Malûm; Osmanlı'nın en zor dönemlerinde "Duyun-u Umumiye İdaresi"nin, devletin tüm gelir kaynaklarına el koyması ve Osmanlı ticaretinin özellikle Galata Bankerleri olarak bilinen "gayrimüslim"lerin elinde bulunması, Osmanlı’yı iyice zor duruma düşürmüştü!..
Bunun üzerine Sultan 2. Abdülhamid, Türk halkının ticareti öğrenmesi için bir okul açmaya karar verir...
Duyun-u Umumiye İdaresi bunu engeller. Ancak Sultan Abdülhamid Han, bu işi Musevi asıllı bir kişiye yaptırarak 16 Ocak 1883'te Osmanlı'nın ve Türkiye Cumhuriyeti'nin "ilk ticaret lisesi"ni kurdurur.
İşte bu okul, hâlâ "öğrenime hizmet" vermektedir... Evet, "Sultanahmet Ticaret Meslek ve Anadolu Ticaret Meslek Lisesi" olarak!..
TEKBİR GETİRDİ DİYE SÜRGÜN!
Ama, "kimler"in ve "hangi zihniyet"in yönetiminde?..
Buyrun, Eminönü'ne doğru uzanalım!..
Efendim;
Temsilî "namaz kılma çizgileri"nin bile MEB'in dağıttığı kitapların içerisinden çıkarıldığı ve bunların yerine başlarında kippa bulunan resimlerin konulduğu henüz hafızalarda yerini korurken, bir soruşturma haberi de İstanbul'daki meslek lisesinden geldi.
Eski adı Hamidiye Ticaret Mekteb-i Âlisi olan Sultanahmet Ticaret ve Meslek Lisesi ve Anadolu Ticaret Meslek Lisesi'nde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde öğrencilerine Allahü Ekber dedirttiği için öğretmen H.Ç.'nin ifadesi alınmış...
İfadesi alınan öğretmen, Eminönü'ndeki okulundan alınarak Üsküdar ilçesinde bir başka okula görevlendirilmiş!..
İddialara göre;
Okulun Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni H.Ç., geçtiğimiz yılın 5 Kasım 2006 tarihinde 11/A sınıfında ders yaparken sınıfta öğrencilerle birlikte "tekbir" getirmiş... Yani, "Allahüekber, Allahüekber, Lâilahe illallahü vallahü ekber... Allahüekber velillahil hamd" diyerek, "Allah'ın büyüklüğü"nü ifade eden bir "dua" okumuş...
Bunun üzerine; Sultanahmet Ticaret ve Meslek Lisesi ve Anadolu Ticaret Meslek Lisesi'nde 16 yıldır müdürlük yapan Sırrı Gülmez, bu duanın "müfredatta olmadığını" ve tekbirin "MEB Temel Eğitim Kanunu'na aykırı olduğunu" iddia ederek öğretmen hakkında "soruşturma" açmış!..
Sonuçta, biraz önce dediğim gibi; öğretmen H.Ç., buradaki görevinden alınarak, Üsküdar'daki Sosyal Meskenler İlköğretim Okulu'na gönderilmiş!..
HANGİ SİYASİ KADROLAŞMA?..
Her iki örnekten sonra, şunu söylemek istiyorum: Keşan'daki okulda Sultan Vahdettin Han'a "hain" dediği için öğrencisine "ödül" veren öğretmenler ile Sultanahmet'teki okulda "tekbir" getirdiği/getirttiği için öğretmeni "sürgün" ettiren müdür, hangi "kadrolaşma"nın ürünüdür?..
Bu zihniyetteki "öğretmen" ve "müdür"ler görevde iken, Türkiye nasıl "din devleti"ne gidiyor, onu da "CHP'lilere" ve "laikçilere" sormalı!..
Ne demiştik yazının başında?..
"En iyi savunma, taarruzdur!"
CHP'liler ve laikçiler, "AK Parti kadrolaşıyor" şeklindeki saldırılarla, "kendi kadrolarını" işte böyle gözlerden gizliyor, zihniyetlerini işte böyle yaşatıyorlar!..
O zihniyet malûm;
"Ecdada küfredene ödül,
Allah diyene sürgün!"
Nee, "AK Parti kadrolaşıyor!" mu dediniz?!?..
----------
Peres niye övdü?
"Düğün değil bayram değil; eniştem beni niye öptü?" diyen baldız gibi, biz de soralım: "Düğün değil bayram değil, Şimon Peres bizi niye övdü?"
Bunu sorarken, bir gerçeği unuttuk... Oysa herkes bilir ki; hiç kimse, "üzerine binmeyeceği" bir eşeğin önüne ot atmaz!..
Demek ki; İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres'in Meclis'teki övgülerinin altında da, "sırtımıza binme isteği" yatıyor!..
Meğer; "Dağdaki teröristleri F-16'larla takip ederek bitiremezsiniz" deyip eklemiş: "Bizde, atom ve molekül ölçeğinde takip ve ölçme sağlayan nanoteknoloji var... Bu teknoloji ile üretilmiş silahlarımız, çok hafif yeleklerimiz ve bomba tanıyan giysilerimiz var!.. Gelin, bunları satalım size ve birlikte çalışalım!"
Bunu söyleyen "60 yıllık ve 5 milyonluk bir devlet"in başkanı!.. Teklif ettiği ülke de, "80 yıllık ve 70 milyonluk" Türkiye!..
Sadece "bu ayıp bize yeter" ise de, şunu hatırlatalım: Geçenlerde düşen F-5 uçağı, İsrail tarafından "reorganize" edilmişti!.. Tıpkı "hangar"lardan çıkamayan F-4 uçakları gibi!..
Hani demem o ki; "övgü"lerin cazibesine kapılıp da, "bir kazık daha" yemeyelim!..

Bu yazı 1,618 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 3 Ekim 2008 CHP’nin asıl derdi, halktan kopukluk!
    • 16 Ağustos 2008 Kur’an Kursu’na düşman... Rusya’ya danışman!
    • 14 Ağustos 2008 28 Şubat sürüyor... Yoksa Kıvrıkoğlu haklı mıydı?
    • 14 Temmuz 2008 “General” olunabilir... Ama “adam”lık, zor iş!
    • 12 Temmuz 2008 “Darbe girişimleri” yetmediyse “suikast” verelim!
    • 21 Haziran 2008 “Sahtekâr kahpe”lere mahkeme tescilli cevabımdır
    • 13 Haziran 2008 Onlara dokunan yok... Millete gelince, vur abalıya!
    • 12 Haziran 2008 Onlar için “millet”in hiç önemi yok!
    • 1 Haziran 2008 Kamuoyu CHP’den açık bir özür bekliyor
    • 28 Mayıs 2008 Tarassut Köpeği işbaşında... Mı acaba?!?
    • 25 Mayıs 2008 Bu işlerde Mason parmağı var mı, yok mu?
    • 24 Mayıs 2008 “Teslis”leri boşverin, gelin “tesis”leri gezelim!
    • 21 Mayıs 2008 Bu millet, CHP’yi niye iktidar yapmıyor!
    • 14 Mayıs 2008 İsimleri yerli, cisimleri yabancı ünlüler!
    • 9 Mayıs 2008 Böyle bir Yargı'ya; gel de güven, güvenebilirsen!
    • 8 Mayıs 2008 Mutlu’yum... Mutlu’sun!.. Mutlu’lar!.. Zafer Mutlu’lar!
    • 7 Mayıs 2008 Kurt’ta bahane, Savcı’da delil (!) bitmez!
    • 6 Mayıs 2008 “Haneye tecavüz”ün adı “gazetecilik” olmuş!
    • 3 Mayıs 2008 Özgürlük ve demokrasi ya herkese, ya hiç kimseye!
    • 30 Nisan 2008 Sanki ikinci 28 Şubat... Hep aynı film!

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,135 µs