Bugün
Gülay Göktürk
0 0 0000
Oy çokluğu ile tarih yazmak
Hadi gözümüz aydın! "Soykırım yapan ülke" olmaktan yine sıyırtıyoruz galiba. Ben bu yazıya otururken, internette "ABD'de flaş gelişme; Temsilciler Meclisi'nde "evet" diyen 7 üye Ermeni tasarısından desteğini çekti" diye bir "son gelişme" haberi vardı.
Ne oldu acaba? Birdenbire başlarına taş mı düştü? Şu birkaç günde geceleri harıl harıl bizim tezleri okuyup "vay be, adamlar haklı" mı dediler? Haber doğru mu, fos mu bilinmez, zaten benim de pek umursadığım söylenemez. Ama bu işin absürdlüğünü göstermesi bakımından iyi bir örnek doğrusu...
Yasalar bugün yaşayan insanların neleri yapıp neleri yapmaması gerektiğini belirlemek için çıkarılır. Geçmişte yaşayanların neleri yapıp neleri yapmadıklarını "tespit" için yasalar yapmaya kalkışırsanız; "oy çoğunluğu" ile tarih yazmaya kaklarsanız sonuç böyle olur işte. Belki de hayatlarında tek tarih kitabı okumamış yedi kişi, kim bilir hangi saiklerle o taraftan bu tarafa geçince tarih değişiverir.
Fransa'ya "silah ihalelerini keserim haa," diye bir posta atınca, Fransa nezdinde pir-ü pak olur, yarın öbür gün aranız bozulunca yine "soykırımcı" yaftasını yersiniz. ABD'de Demokratlar iktidara gelince soykırımcı olur, Cumhuriyetçiler gelince aklanırsınız. Bırakın, iktidarları, tek bir kişininmesela Pelosi'ninseçim galibiyeti ya da mağlubiyeti bile Amerikan çocuklarının okul kitaplarında belleyecekleri "tarihi gerçekleri" anında değiştirebilir. Çünkü tarih, aslında galiplerin ağzından her gün yeniden yazılan bir geçmiş hikayesidir. Galipler değiştikçe, tarih de değişir. Politik toplumun o günkü ihtiyaçları açısından geçmişte olup bitenler yeniden gündeme getirilir. Neyin ne zaman gündeme geleceğini; neyin vurgulanıp neyin unutulacağını; bugünkü bilinç, bugünkü ihtiyaçlar - ve en önemlisi- bugünkü güçler dengesi belirler.
O yüzden, insanlık şimdiye kadar Nazilerin Auswich'te kaç kişiyi öldürdüğünü de, Çernobil'de kaç kişinin öldüğünü de, 1915'te bizim burada kaç Ermeni'nin öldüğünü ve öldürüldüğünü de bir türlü "tespit" edemedi gitti.
Savaşın hemen bitiminde yazılan Sovyet Raporu'nda Auschwitz'de 4 milyon kişinin öldüğü yazar. Ama 1994 yılında Auschwitz'in bulunduğu yerdeki plaket değiştirilir ve 4 milyon rakamı 1 milyona indirilir. Siyonist Tarihçi Poliakov'a göre sayı 2 milyondur. Yine siyonist tarihçi Raoul Hilbert 1 milyon 250 bin kişi diye iddia eder... Sonra bir gün Auschwitz Resmi Müzesi de 4 milyon iddiasından vazgeçer ve resmi ölüm sayısını sessiz sedasız 1 milyona indiriverir.
Aynı şekilde, eğer Sovyet politikacısı Usatenko'nun söylediklerine inanacak olursanız, Çernobil'deki patlamada 60 bin kişi öldüğüne inanırsınız. Zamanın Birleşmiş Milletler Atom Enerjisi Ajansı'nın verdiği ani ölüm rakamı ise sadece 31'dir. Gelecek nesillerin hangi rakama inanacağını da "gerçeğin peşinde koşan tarihçiler" değil, nükleer enerji taraftarları ile karşıtları arasındaki savaşın sonucu belirleyeceği besbellidir. Eğer bundan yirmi-otuz yıl sonra, nükleer enerji karşıtı bir görüş dünyaya tümüyle egemen olursa, Çernobil'in patladığı yere dikilen anıtta "Bu santraldeki patlamada 60 bin kişi öldü" plaketi bulunacak ve herkes buna inanacak. Tersi olursa çocuklar okul kitaplarında Atom Enerjisi Ajansı'nın rakamını ezberleyecek.
Peki orada geçmişin yıkıntıları altında keşfedilmeyi bekleyen "saf gerçek"ler ne olacak? Onlara ulaşma şansımız hiç yok mu?
Korkarım ki hayır! "Gerçekte" ne olduğunu, unutulmuş rüyalarımız gibi hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Aslında asıl yanılgı, gerçeği tarihin tozlu sayfaları arasında aramaya çalışmak belki de... Çünkü gerçek tarihin içinde değil, tek tek bizlerin içinde, toplumların içinde gizli. Bugün, geçmişi içerir. Geçmiş, bugünde mündemiçtir. Geçmişte bir şeyler olmuştur ve o bir şeyler bugüne şekil vermiştir. Geçmişte ne olduğunu anlamak istiyorsak; duygularımızla, düşüncelerimizle, yaşama biçimimizle, ekonomimiz, teknolojimiz ve kültürümüzle tarihin ürünü olan bugünkü "biz"e bakmamız yeter. Osmanlı'nın çok uluslu zenginliği, fütühatçılığı ve feodalizmi; Kurtuluş Savaşı'nın anti-emperyalizmi, jakobenliği ve modernliği; İslam'ın kaderciliği, hoşgörüsü ve hoşgörüsüzlüğü, hepsi bugünkü "biz"de gizlidir. O zaman tartıştığımız nedir?
Biz bugün geçmişi değil, bugünün politik ihtiyaçlarına cevap verecek bir hikayeyi tartışıyoruz. Kavga düne değil bugüne ilişkindir. Problem, farklı hikayeler anlatılmasında değil, bugün farklı yerlerde durulmasındadır.
Bu yazı 1,402 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
3 Ekim 2008
Krizler ve sebep sonuç ilişkileri
-
12 Temmuz 2008
Ergenekon Davasını bekleyen tehlikeler
-
12 Haziran 2008
Cumhuriyet Çalışma Grubu
-
28 Mayıs 2008
“Yalnız ve güzel ülkem”
-
25 Mayıs 2008
Tam Gün Yasası 2
-
21 Mayıs 2008
Tam Gün Yasası
-
18 Mayıs 2008
Hukuk dersi
-
14 Mayıs 2008
Kraliçe bilecek mi?
-
9 Mayıs 2008
Patinaj ve bıkkınlık
-
7 Mayıs 2008
"Dini ticarete alet etmek"
-
30 Nisan 2008
Taksim neyin sembolüdür?
-
25 Nisan 2008
“CHP'yi kurtarmak”
-
23 Nisan 2008
Doğurun, ama bize güvenerek doğurmayın
-
20 Nisan 2008
Hizmet yarışı olarak siyaset
-
16 Nisan 2008
Vazoda büyüyenler
-
9 Nisan 2008
“Kökü dışarda”
-
30 Mart 2008
"Eğer kapatma davası açılırsa..."
-
28 Mart 2008
Reform kuşa dönmesin
-
26 Mart 2008
Meşru müdafaa
-
19 Mart 2008
Asıl ihtimal Anayasa Mahkemesi’nin reddetmesidir
Yorumlar
+ Yorum Ekle