En Sıcak Konular
Star
Mehmet Altan
0 0 0000
Fırıncının oğlu...
Sesiyle. Altı milyar insan içinden sıyrılarak. Yıldızlaşmak. Böyle bir macerayı merak eder misiniz?
Benim merakım, dün sonsuzluğa uğurladığımız Luciano Pavarotti.
Modena’da doğdu. Modena’da öldü.
Pavarotti’nin babası da Modena’da doğdu, Modena’da öldü. Annesi de... Pavarotti’nin asıl merakı futbolmuş... Dokuz yaşına kadar profesyonel futbolcu olma hayalleri kurmuş.
Merakım soruyor ‘peki sonra?’
Tüm cevaplar tek adreste buluşuyor: Pavarotti’nin fırıncı olan babasında..
Çoğu İtalyan erkeği gibi Pavarotti’nin fırıncı babası da güzel sesli bir tenor.
Öyle ki, Modena Şehir Korosu’nun ve kilise korosunun en parlak tenorlarından.
Profesyonel futbolcu olma arzusundaki Luciano’nun yaşam macerası, galiba kilise korosunda şarkı söylemesiyle...
Zamanla da Galler’de bir yarışmada birinci olmasıyla rota değiştiriyor. Futbol rüyasıyla başlayıp, tenor olarak yola devam ediyor.
***
Onu, bütün dünyaya sesini duyuracağı bir istikamete yönlendiren babası nasıl biri?
Pavarotti’nin, her yıl ‘Pavarotti ve arkadaşları’ başlığıyla Modena’da düzenlediği konserlerden birinde babası ile birlikte operalar söylediğini biliyorum... Bir kez de galiba New-York’ta... Bunlardan birinin Angola’daki çocuklar yararına olduğunu da...
Başka? Babasının, yani Fernando Pavarotti’nin... 86 yaşında ölen karısı Adele’den tam beş ay sonra...
2002’de 89 yaşında öldüğünü de...
Pavarotti’nin annesinin ölümünü takiben çıktığı Londra Operası’ndaki konserini annesine armağan ettiğini de.
***
Gelişmiş toplumlarda insanlar yaşamı daha kocaman kucaklar. Fırıncılıktan yaşam üreten biri aynı zamanda tenordur...
Aynı zamanda pul derneği üyesidir..
Aynı zamanda Angolalı yoksul çocuklara yardım derneği üyesidir. Bu insanı ruhunu besler, donatır, zenginleştirir.
***
Pavarotti’yi fırıncı babası tenorluğa yönlendirmiş.
Ama, uzun yıllar bir puro fabrikasında işçilik yapan annesi Adele’in de bu konuda ısrarcı olduğu, ‘sen şarkı söylerken içim pırpır ediyor, sade fırın başında değil sahnelerde de bu şarkıları söyle’ dediğini okudum.
Ama o kendini bir ‘müzisyen’ gibi görmemiş. 1997 yılındaki bir röportajında ‘ben müzisyen değilim... Derinliğim yok’ demiş, ardından da beraber solo yaptığı Placido Domingo’nun ‘gerektiğinde orkestra bile yönetecek gerçek bir müzisyen olduğunu’ söylemişti.
Kendini daha ziyade ‘şarkı söyleyen’ biri gibi görmesinde belki de annesinin ‘şarkı söyle’ isteğinin izleri vardır, kimbilir.
***
Pavarotti’nin alaylı olduğu, doğru dürüst konservatuar eğitimi görmediği söylenir.
Gerçekten de ancak yirmili yaşlarında şan dersleri almaya başlamıştır.
Zaten ilk kez profesyonel olarak sahneye çıktığında 26 yaşındadır. Ama kusursuz bir kulağı, Tanrı mucizesi bir sesi vardır.
Tarihler bu sesi... 1972 yılında, yani sahneye ilk adım attığı tarihten 11 yıl sonra New York’ta Metropolitan Operası sahnesinde birbiri ardına patlattığı dokuz adet tiz ‘do’ notasından sonra kayda geçti.
Bu, müzik tarihinde o güne kadar görülmüş bir şey değildi.
***
Pavarotti operayı sokağa taşıdı.
Soyluların mekanlarından alıp futbol sahalarına indirdi. ‘Yozlaştırmakla’, ‘parasal tutku’ ile de suçlandı.
Ama şimdi geri dönüp bakınca...
Onu asıl uluslararası üne kavuşturanın 1990 Dünya Futbol Kupası sırasında söylediği Puccini’nin ‘Nessun Dorma’ aryasının tüyler ürperten yorumu olduğunu görüyoruz... Arya, Dünya Kupası’nın simgesi haline gelmişti.
Kupanın finalinde bir araya gelen üç tenor; Pavarotti, Placido Domingo ve José Carreras hayatlarında ‘opera’ sözcüğünü duymamış milyonlarca insana ulaşmayı başarmışlardı.
***
Pavarotti’yi dün sonsuzluğa uğurladık.
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi tenorunun geride bıraktığı 600 milyon dolarlık serveti...
Kendine özgü tarzı...
Neşesi... Sıcak gülümsemesi...
Beyaz mendili... Şarkılar söylerken diliyle dudaklarını ıslatması...
Halkın içinden geldiğini her fırsatta ortaya koyan mütevazı duruşu...
Kiloları... Billur sesi...
Otel odasında spagetti pişirmesi...
Zaman zaman çalkantılı özel hayatı, klasik müziği dünyaya sevdirmesi...
***
2 Ekim 1935’te Modena’da doğup...
6 Eylül 2007 de Modena’da ölmek.
Altı milyar insanın içinden sıyrılarak ölümsüzlüğe gitmek...
Aynı yerde durup, tarih boyu yol almak.
Bu yazı 1,054 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
3 Ekim 2008
Oku bakayım...
-
16 Ağustos 2008
Beş yıl önce neredeydiniz?
-
14 Ağustos 2008
Ahmedinejad’la...
-
12 Ağustos 2008
Saakaşvili Tolstoy okudu mu?
-
31 Temmuz 2008
‘Kapatma ama hırpala..’
-
14 Temmuz 2008
MİT’in Ergenekon listesi...
-
12 Temmuz 2008
İran savaşı yaklaşıyor mu?
-
10 Temmuz 2008
Ölümün askerleri
-
8 Temmuz 2008
Öksüz Çocuk Eldiveni...
-
5 Temmuz 2008
Dağbaşı
-
28 Haziran 2008
Bir Türk neye bedel?
-
26 Haziran 2008
Türkiye-Almanya
-
21 Haziran 2008
‘Kamuoyunu TSK çizgisine getirmek’...
-
13 Haziran 2008
Gerçekten cevap bu mu?
-
11 Haziran 2008
Askeri sopa ile özen...
-
2 Haziran 2008
Elitist mi, kitlesel mi?
-
1 Haziran 2008
Sizi muhatabınız belirler...
-
28 Mayıs 2008
Sivas’ın doğusu...
-
25 Mayıs 2008
Danıştay ne karar verecek?
-
24 Mayıs 2008
Birinci Cumhuriyet’in sonu mu?
Yazarlar
-
Mühürdar
-
Behiç Karahisarlı
-
Fahri Güven
-
Murat Bardakçı
-
Avni Özgürel
-
Mehmet Şevket Eygi
-
Muharrem Coşkun
Yorumlar
+ Yorum Ekle