En Sıcak Konular

Hasan Karakaya
Vakit

Hasan Karakaya
0 0 0000

Heyy “beyni tutuk”lar... Biraz Nutuk okuyun!



 

 

Öncelikle yaşadığım bir “duygu”yu aktarayım... 1987 yılıydı... 

 

 

 

 “İş” dolayısıyla Almanya’daydım ve bir ay kadar kaldım... Noizenburg’ta, Stutgart’ta, Fraknfurt’ta ve Mercedes fabrikalarının bulunduğu Zeppelinheim’de dolaşırken; hep “paylaşmak” istediğim birini aradım yanımda... “Eşimi” aradım... İstedim ki; bu “farklılık”ları, bu “güzellik”leri o da görsün... O, bana anlatsın “gözlem”lerini, ben de ona anlatayım... Bunu sadece Almanya’da değil, gittiğim daha başka ülkelerde de yaşadım... İnsan, “farklı ve güzel” olan şeyleri “eşiyle paylaşmak” istiyor... İstiyor ki, “mutlu an”larında “eşi” de yanında olsun... Hani derler ya; “Mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır, üzüntüler paylaşıldıkça azalır!”... İşte, öyle bir şey... Ne yalan söyleyeyim; “eşim yanımda olmadığı” zamanlar, hiç mutlu hissedemedim kendimi... Hiç haz duyamadım... Ben, bunu, “zevk alarak yemek yemek” yerine, sadece “karın doyurmaya” benzetirim!..

 

“28 Ağustos” günü, bunları düşündüm... Bu gün; Abdullah Gül’ün de, Hayrünnisa Hanım’ın da, herhalde “en mutlu günleri” olmalı... Öyle ya; Abdullah Gül, “Cumhurbaşkanı” olacak, “ant” içecek ve göreve başlayacak... Bir kadın için, “kocasıyla gurur duyacağı” tarihî bir gün!.. Ama, o ne; Hayrünnisa Hanım, 28 Ağustos günü yaşanan bu “mutluluk fotoğrafı”nın içinde yok!..

 

Hayrünnisa Hanım, kocasının çıktığı en yüce makam olan “Çankaya Köşkü”nde de yok!..

 

Hayrünnisa Hanım, “Cumhurbaşkanı” kocasının ilk icraatı olan “GATA’daki diploma töreni”nde de yok!..

 

O niye?.. Çünkü, “başörtülü!”

 

Hayrünnisa Hanım, “30 Ağustos Zafer Bayramı’nın 85. yıldönümü” dolayısıyla, Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt ve eşi Filiz Büyükanıt tarafından dün akşam verilen “resepsiyon”a da katılmadı!..

 

Niye?.. Çünkü “başörtülü!”

 

Bu, ne biçim “devlet anlayışı”dır ki, “millet”in sahip olduğu “inanç, örf, âdet ve gelenekler”in yüzseksen derece hilâfına bir “devlet uygulaması” sürüp gidiyor!..

 

Bu, ne biçim “devlet anlayışı”dır ki; “başı açık” hanımlar “eşlerinin mutluluğunu” paylaşıyorlar ama “başörtülü” olanlar paylaşamıyor!..

 

Bir an için; Abdullah Gül’ün yerine kendimi, Hayrünnisa Hanım’ın yerine eşimi koydum!.. Doğrusu, tahammül edilir gibi değil!..

 

Bu, ne biçim “devlet anlayışı”dır ki;

 

Anayasa’nın 10. maddesi; “hiç kimseye ayrıcalık tanınamaz” derken, “Genelkurmay Başkanı’nın başı açık eşi” her törene katılabiliyor ama “Başkomutan’ın başörtülü eşi”ne, adeta “zenci” muamelesi yapılıyor!..

 

Demek oluyor ki;

 

“Başı açık”lar, “Madde 10”dan muaf!..

 

Demek oluyor ki;

 

“Herkes eşit” ama onlar, “daha fazla eşit!”

 

Gel de çıldırma!.. Ne biçim ülke buuu!..

 

LATİFE HANIM’IN AKRABASI ANLATIYOR

 

Son 3-4 günde meydana gelen olaylar, “eski tartışmaları” tekrar hatırlattı.

 

Malûm, Oktay Ekşi gibi, “o kafa”lar, “Atatürk’ün ne annesi Zübeyde Hanım’ın türbanı vardı, ne de eşi Latife Hanım’ın... Onların kullandığı Anadolu’da bugün de görülen “başörtüsü” idi” diyorlar ve ekliyorlardı:

 

“Zübeyde Hanım’ın vefat ettiği tarih 14 Ocak 1923’tür. Atatürk’ün Latife Hanım’la evlendiği tarih 29 Ocak 1923, boşandığı tarih 11 Ağustos 1925 idi. Atatürk’ün şapka devriminin tarihi 29 Kasım 1925.”

 

Yani, demek istiyorlar ki;

 

“Atatürk, eğer Latife Hanım’dan boşanmasaydı, Devrim Yasaları’ndan sonra, onun da başını açardı!”

 

Mı acaba?..

 

Öncelikle, 26 Ağustos Pazar günü Akşam gazetesinde yer alan “Latife Hanım’ın ikinci kuşak akrabası Mehmet Öke”nin sözlerine yer verelim...

 

Mehmet Öke; “Teyzem, görev bilinciyle, Ata’ya laf gelmisin diye başını örttü” diyor ve ekliyordu:

 

“Normalde açık ve modern bir kadındı... Ama onun kılık-kıyafetinden dolayı Paşa’ya bir muhalefet geliştirilmeye başlanmıştı!”

 

Yani, demek oluyor ki, Latife Hanım, “halk muhalefeti”nden dolayı örtünmüş!.. Ya da, Atatürk, gelişen “muhalefet”e karşı, Latife Hanım’ın “örtünmesini” istemiş!..

 

Ama, ne örtünme!..

 

Lütfen, yukarıdaki fotoğrafa bir bakın... Öyle bir “örtünme” ki, bugünün “örtünen kadınlar”ını bile sollar!.. Bırakın “türban”ı; tam da “çarşaf”ı çağrıştıran bir örtünme şekli!..

 

Bu fotoğrafa, Oktay Ekşi ve diğerleri, “ayık” zamanında baksın ki, Latife Hanım’ın örtünme şekli, “Anadolu’da bugün de görülen başörtüsü”ne mi benziyor; yoksa “türban”ı da sollayıp “çarşaf”a doğru mu yol alıyor, bir karar versin!..

 

Ama, “ayıkken” baksın!..

 

Her neyse... İster, “yükselen muhalefet”ten dolayı Latife Hanım kendisi örtünmüş olsun, ister “Atatürk’ün isteği” üzerine örtünmüş olsun; öyle veya böyle sonunda “çarşafı andırır şekilde” örtünmüş işte!..

 

Sadece bu bile; gerek Atatürk’ün, gerek Latife Hanım’ın, “kamuoyunun talepleri”ni gözardı etmediklerini gösterir ki; “yüzde 47’nin taleplerini yok sayanlara” önemle duyrulur!..

 

ŞAPKA KANUNU 1925, NUTUK 1927 TARİHLİ

 

Gelelim, şu “Devrim Yasaları” meselesine... Atatürk, Latife Hanım’dan 1923’te boşanmış, “şapka” ile ilgili yasa ise 1925’te, kabul edilmiş!.. Yani; “Ekşi kafalı”lara göre; “Eğer evlilikleri devam etseydi; Atatürk, Latife Hanım’ın da başını açardı... Çünkü o, örtünmeye karşıydı!”

 

Hani, neredeyse, “Atatürk takiyye yaptı” diyecekler... Oysa, ortada “takiyye” filan yok...

 

İşte, “Nutuk” ortada!..

 

O “Nutuk” ki, Atatürk’ün, “Dün, Bugün, Yarın”a dair görüş ve düşüncelerini anlatan bir “hitabe”dir!..

 

“Nutuk”, Türkiye’nin parçalanıp, işgal edildiği günlerden başlayarak, Türk tarihinde bir dönüm noktası olan “İstiklâl Savaşı”nı; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu”nu ve “inkılapların yapılışı”nı, Atatürk’ün kendi kaleminden anlatmaktadır!..

 

Nutuk; Atatürk tarafından 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara’da toplanan Cumhuriyet Halk Partisi’nin İkinci Kurultayı’nda toplam 36.5 saat süren ve 6 günde okunan tarihi bir “hitabe”ye dayandığı için “Nutuk” adını almıştır!..

 

Lütfen “okunuş tarihi”ne dikkat!..

 

“15-20 Ekim 1927”

 

Dikkat, Nutuk, Oktay Ekşi’nin sözünü ettiği “Şapka Kanunu’nun kabul edildiği 29 Kasım 1925”ten, “tam 2 yıl sonra” okunuyor!..

 

ATATÜRK UYARIYOR: AÇILIP, SAÇILMAYIN!

 

İşte Atatürk, Oktay Ekşi’nin deyimiyle “Şapka Devrimi”nden 2 yıl sonra okuduğu “Nutuk”ta diyor ki;

 

“...Filhakika memleketimizin bazı yerlerinde, en ziyade büyük şehirlerinde tarzı telebbüsümüz, kıyafetimiz, bizim olmaktan çıkmıştır!..

 

Dinimizin tavsiye ettiği tesettür (örtünme) hem hayata, hem fazilete uygundur... Tarzı telebbüsümüzü ifrata vardıranlar, kıyafetlerinde aynen Avrupa kadınını taklid edenler düşünmelidir ki, her milletin kendine mahsus ananesi, kendine mahsus âdeti, kendine göre millî hususiyetleri vardır.

 

Hiçbir millet aynen diğer bir milletin mukallidi olmamalıdır.

 

Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti dahilinde kalabilir. Bunun neticesi şüphesiz hüsrandır.”

 

Düşünebiliyor musunuz;

 

“Nutuk”ta, sadece “dün ve bugün”e ait değil, “yarın”lara ait “düşünce”lerini de açıklayan Atatürk; “dinimizin tavsiye ettiği tesettür” için, “hem hayata, hem fazilete uygundur” derken, “Batılı yaşam tarzının taklit edilmesinden şikâyet” ediyor!..

 

Sadece “şikâyet” etmekle de kalmıyor, “uyarıda” bulunuyor: “Bunun neticesi, şüphesiz hüsrandır!”

 

Ne zaman diyor bunu?.. 1925’teki kanundan 2 yıl sonra, yani 1927’de!..

 

Peki, önümüzde “Nutuk” varken, “beyni tutuk” olanlara sormak gerekmez mi şimdi: Atatürk’ün “tesettür aleyhinde” bir söylemi ve eylemi var mıdır ki, “Atatürkçü” geçinenlerin hemen hepsi, “Atatürk adına ahkâm kesmekle” meşgul!..

 

Varsa, gösterin... Ki, biz de bilelim ki, Atatürk “örtü karşıtı”dır!..

 

BAŞKA BİR ATATÜRK MÜ VAR?

 

Ama, yok!.. En azından, “Atatürk’le ilgili 123 kitap okumuş biri” olarak ben görmedim, duymadım!..

 

Dolayısıyla, “Atatürkçü maskesi”yle görüş açıklayıp da, “bambaşka bir Atatürk portresi” çizenler, bu sevdadan da, “gerilim üretme hevesi”nden de vazgeçsin artık!..

 

İşte Nutuk, işte “benim bildiğim” Atatürk!.. Eğer, benim bilmediğim “bir başka Atatürk” varsa; söylesinler de, onu da bilelim!.. Ama, hiç kimse, “Millî Şef İsmet İnönü”nün despotça eylem ve söylemlerini “Atatürkçülük” olarak yutturmasın millete!..

 

Bıktık şu “gerilim”lerden!.. Biraz normalleşelim de herkes “kendi işine” baksın!..

 

Şu “kamusal alan” saçmalığından da kurtulalım artık!.. Kurtulalım ki, “eş”ler, birbirlerinin “mutluluk”larını paylaşabilsinler!..

 

 

************

 

Sezer, niye su içmedi?

 

Hiç dikkatimi çekmemişti... Dostlarım uyarınca, “haber tekrarları”nı izledim... Gerçekten de haklılarmış!.. Gerçekten de, “Anıtkabir’e veda ziyareti”nde bulunan A.N. Sezer, bu defa “su” içmemiş!..

 

Oysa aynı Sezer, 29 Ekim ve 10 Kasım törenleri dolayısıyla gittiği Anıtkabir’de; “kameralar”ın önünde ve “milletin gözlerinin içi”ne baka baka “su” içmişti!..

 

Evet, “Ramazan ayı”nda!..

 

Evet, “yüzde 99’u Müslüman” denilen bu ülke insanlarının “oruçlu” olduklarını bile bile!..

 

Ama, Salı günü çıktığı Anıtkabir’de, bu defa “su” içmedi!..

 

Acaba neden?.. “Kuraklıktan kavrulan Ankara”ya, ilk defa o gün “yağmur” yağdığından ve “hava serin” olduğundan mı su içmedi?..

 

“Hayır” dedi dostlarım;

 

“Ramazan’a denk gelmedi de ondan!.. Eğer Ramazan’a denk gelseydi; millete inat, yine su içerdi!”

 

Siz ne dersiniz, içer miydi?!?..

 

 

 

 

 



Bu yazı 1,321 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 3 Ekim 2008 CHP’nin asıl derdi, halktan kopukluk!
    • 16 Ağustos 2008 Kur’an Kursu’na düşman... Rusya’ya danışman!
    • 14 Ağustos 2008 28 Şubat sürüyor... Yoksa Kıvrıkoğlu haklı mıydı?
    • 14 Temmuz 2008 “General” olunabilir... Ama “adam”lık, zor iş!
    • 12 Temmuz 2008 “Darbe girişimleri” yetmediyse “suikast” verelim!
    • 21 Haziran 2008 “Sahtekâr kahpe”lere mahkeme tescilli cevabımdır
    • 13 Haziran 2008 Onlara dokunan yok... Millete gelince, vur abalıya!
    • 12 Haziran 2008 Onlar için “millet”in hiç önemi yok!
    • 1 Haziran 2008 Kamuoyu CHP’den açık bir özür bekliyor
    • 28 Mayıs 2008 Tarassut Köpeği işbaşında... Mı acaba?!?
    • 25 Mayıs 2008 Bu işlerde Mason parmağı var mı, yok mu?
    • 24 Mayıs 2008 “Teslis”leri boşverin, gelin “tesis”leri gezelim!
    • 21 Mayıs 2008 Bu millet, CHP’yi niye iktidar yapmıyor!
    • 14 Mayıs 2008 İsimleri yerli, cisimleri yabancı ünlüler!
    • 9 Mayıs 2008 Böyle bir Yargı'ya; gel de güven, güvenebilirsen!
    • 8 Mayıs 2008 Mutlu’yum... Mutlu’sun!.. Mutlu’lar!.. Zafer Mutlu’lar!
    • 7 Mayıs 2008 Kurt’ta bahane, Savcı’da delil (!) bitmez!
    • 6 Mayıs 2008 “Haneye tecavüz”ün adı “gazetecilik” olmuş!
    • 3 Mayıs 2008 Özgürlük ve demokrasi ya herkese, ya hiç kimseye!
    • 30 Nisan 2008 Sanki ikinci 28 Şubat... Hep aynı film!

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,770 µs