En Sıcak Konular
Taraf
Ahmet Altan
0 0 0000
Yeni sorun ihtiyacı...
Gelişmişlik, sanıyorum, sorunların küçülüp çeşitlenmesi anlamına geliyor.
Geri kalmış ülkelerde ise bunun tam tersi oluyor, az sayıda dev boyutlu sorunlar toplumları eziyor.
Bundan otuz yıl kadar önce babam İsveç izlenimlerini yazarken, o sıralarda İsveçlilerin en hararetli biçimde tartıştığı konudan da söz etmişti.
Asansörlerde kat düğmeleri dik mi yoksa yatay mı yerleştirilsin, onu konuşuyorlarmış.
Çünkü düğmeler dik yerleştirildiğinde çocukların boyu üst kat düğmelerine yetişmiyormuş.
Doğrusu ya, böyle konular konuşabilen bir topluma gıpta etmiştim.
Biz böyle lükslere hiç sahip olamadık.
Yıllardan beri hep aynı sorunu tartışıyoruz.
Türkiye ne olacak?
Ve, hepimiz bu sualin altında eziliyoruz.
Hayatın ayrıntılarına ait sorunlar, “şimdi sırası değil bunların” etiketiyle kenara atılıyor.
Kendi kişisel tercihlerimizi hayata geçirme isteklerimiz neredeyse “züppelik” sayılıyor.
O koskocaman “Türkiye ne olacak” sorusunun dışındaki soruları küçümsemeye öylesine alışmışız ki bazen “hayat memat” meselesi olan, çok önemli dertleri bile elimizin tersiyle bir kenara itebiliyoruz.
O tür sorunları olan insanları bilerek isteyerek dehşetli bir acının içine yuvarlayıp arkamızı dönebiliyoruz.
Toplumun içinde yeni yeni beliren bir sorun var.
“Vicdani retçiler.”
Bazı insanlar, inançları nedeniyle asker olmak, silah tutmak istemiyorlar.
Asker olmayı reddediyorlar.
Gelişmiş bir ülkede bu insanların durumları, talepleri, sorunlarının nasıl çözülebileceği enine boyuna tartışılırdı.
Ama bizim ülkemizde bu insanlar “ayıplanıyor”.
Onları desteklemek, seslerine kulak vermek suç sayılıyor.
Şu muhteşem madde var ya hani, “insanları askerden soğutma” maddesi, işte onun içine giriyorsunuz.
Bu maddenin kendisi zaten tartışılmaya muhtaç bir madde.
Neden, sadece askerliği övmek zorundayız?
Neden, zorunlu askerliği konuşamayız?
Niye, bütün erkeklerin hayatlarının en kıymetli yıllarını bir kışlada harcaması gerektiğine inanırız?
Bunlar, konuşulması, cevabı aranması yasak sorular.
Üstelik, bu yasak öylesine ağır bir baskıyla geliyor ki kimse buna karşı çıkmaya cesaret edemiyor.
Karşı çıkanlar da çok büyük bedeller ödüyor.
“Vicdani retçilerin” neler çektiğini kimse bilmiyor.
Hem sayıları çok az olduğu için, hem de askerlik konusundaki “mahalle baskısı” askerlikten hoşlanmamayı yıpratıcı biçimde kınadığı için onlarla ilgilenen pek çıkmıyor.
İlk vicdani retçi yıllarca hapis yattı.
Şimdi ona katılan yenileri baskılarla, işkencelerle karşılaşıyor.
Hiçbirimiz, onlara yapılanların hesabını sormuyoruz.
Hatta, ayrı fikirlerden insanlar bile aynı kızgınlıkla yaklaşıyor onlara.
Onların ne kadar cesur bir iş yaptıklarını, böyle bir ülkede hayatlarını, geleceklerini ortaya koyarak tabulara karşı savaştıklarını görmezden geliyoruz.
Görmezden de gelmeliyiz zaten.
Çünkü onları “görürsek” vicdanlarımız bize onlara sahip çıkma emri verebilir, onlar kadar olmasa da cesur olmamız gerekebilir.
Ama ne o vicdan, ne o cesaret var bizde.
Görmemek daha iyi.
Hem zaten o koskoca “Türkiye ne olacak” sorusunun yanında birkaç insanın, onların vicdanının, acılarının ne önemi var?
Hiçbir önemi yok.
Ben, hem askerî hapishanelerde çürüyen o çocuklar için...
Hem de bir türlü insanca “küçük” sorunları olamayan bu ülke için üzülüyorum.
Biz “vicdani retçileri” tartışabilir miyiz?
Bir kaya gibi hayatımıza düşen bu “Türkiye” sorununu biraz kenara kımıldatıp, onlara gündemimizde minicik bir yer açabilir miyiz?
Aslında buna karar verecek olan medya ve köşe yazarları.
Onlardan birkaçı bu çocuklara sahip çıksa belki “yeni” bir sorunumuz olur.
Hatta belki o çocukları baskılardan kurtarabiliriz.
Ama önce bu sorunun “ciddiyetine” inanan, vicdanında bu sorun için yer açabilen, mahalle baskısından korkmayan birileri lazım bize.
Bazen bir insanı kurtarmanın bir ülkeyi kurtarmaktan daha önemli olabileceğine inanan birileri.
Umarım öyle birileri çıkar.
Umarım o çocukları kurtarmak için birkaç el uzanır.
Sonra yeniden yüzyıldır süren ve hepimizi ağırlığıyla ezen o soruya dönebiliriz.
“Türkiye ne olacak?”
Herhalde, Türkiye’nin ne olacağını, biraz da bizim insanlarımıza nasıl davranacağımız belirleyecek.
Onları işkencelerden kurtarabilirsek, o zaman, Türkiye daha “iyi” olacak çünkü.
Bu yazı 1,371 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
19 Ağustos 2009
Mafya, TÜSİAD, Türkiye...
-
3 Ekim 2008
Korkmalı mıyız?
-
16 Ağustos 2008
Yavaşlık
-
14 Ağustos 2008
Ne oldu şimdi?
-
12 Ağustos 2008
Ayıklamak
-
30 Temmuz 2008
Dışarıda kim kaldı?
-
18 Temmuz 2008
Yalanlar, gerçekler, sorular...
-
16 Temmuz 2008
Çete
-
14 Temmuz 2008
Emine
-
12 Temmuz 2008
Dindarlar ve demokrasi...
-
5 Temmuz 2008
Darbe ve medya
-
28 Haziran 2008
Solculuk ve dindarlık, zavallılık mıdır?
-
27 Haziran 2008
Bir darbe yandaşı
-
26 Haziran 2008
Travma
-
21 Haziran 2008
'Düşman değiliz be paşalar'
-
13 Haziran 2008
Yeni sorun ihtiyacı...
-
12 Haziran 2008
Anlamak için...
-
2 Haziran 2008
Altınların parlaklığı...
-
1 Haziran 2008
Fırsatçılık ve pusu
-
28 Mayıs 2008
Her Türk asker doğar
Yazarlar
-
Mühürdar
-
Behiç Karahisarlı
-
Fahri Güven
-
Murat Bardakçı
-
Avni Özgürel
-
Mehmet Şevket Eygi
-
Muharrem Coşkun
Yorumlar
+ Yorum Ekle