En Sıcak Konular
Taraf
Ahmet Altan
0 0 0000
Toplu intihar
Eh, bir ülkede yaşanabilecek en büyük rezaleti de yaşıyoruz nihayet.
Yargı bürokrasisi kendi halkına ve ülkesine savaş açtı.
Dokunulmazlık zırhının arkasına saklanarak ülkenin siyasi ve iktisadi istikrarını bozmak, Meclis’in egemenliğini yok saymak, kendi iradelerini halkın iradesinden güçlü kılmak, o “kutsal” kuvvetler ayrımını fütursuzca çiğnemek için harekete geçtiler.
Anayasayı da, yasaları da yok sayıyorlar.
Açıkça suç işliyorlar.
Umurlarında bile değil.
Önceki gün Yargıtay, izandan yoksun bir muhtıra yayınlamıştı.
Dün de, genel sekreteri darbeleri açıkça övmüş olan Danıştay da, bir muhtıra yayınlayarak “ayaklanmaya” katıldı.
Bir yargı ayaklanmasıyla karşı karşıyayız.
Neye karşı ayaklanıyorlar?
Gücünü halkın iradesinden alan Parlamento’nun egemenliğine karşı.
Ayaklananların zihniyeti zaten muhtıralarında açıkça görülüyor.
Yargıtay önceki günkü muhtırasında, “türban yasası”ndan söz ederken aynen şöyle diyordu:
“Engellenemeyen bir hızla geçen yasa...”
Kelimeye dikkat eder misiniz, “engellenemeyen.”
Parlamento’da bulunan dört partiden üçünün oylarıyla kabul edilen yasanın “engellenemediğinden” yakınıyor Yargıtay.
Bu üç parti, toplumun yaklaşık yüzde seksenini temsil ediyor.
Ve, Yargıtay, arkasında böylesine büyük bir güç bulunan bir parlamentonun kararlarının “engellenememesinden” yakınıyor.
Kim engelleyecek parlamentoyu?
Parlamentoyu engellemeye kalkmak büyük bir suçtur.
Bunu söylemek bile suçtur.
Bir ülkede halkın oyuyla seçilen parlamento, kararlarını “bağımsız” bir biçimde verir.
Kurallara uygun bir biçimde verildiği sürece parlamentonun kararları kesindir ve onlara herkes uymak zorundadır.
Bizim yargıçlar farkında değil galiba ama onlar da uymak zorundadır.
Canlarını sıkan da bu zaten.
Ne dünyadan, ne gelişmelerden, ne çağın gerçeklerinden haberdar olan yargıçlarımız, “kafalarındaki” baskıcı, demokrasiden uzak, halkı önemsemeyen, parlamentoyu sindiren bir “rejimi” muhtıralarıyla gerçekleştirebileceklerini sanıyorlar.
Sanki bu ülkede yetmiş milyon insan yaşamıyor.
Sanki bu insanların, nasıl bir ülke ve nasıl bir hayat istediklerini söyleme hakları yok.
Elli tane yargıç oturacak, bütün topluma nasıl yaşaması gerektiğini dikte ettirecek.
Bunun olabileceğine inanıyorlar.
Anadolu’da, şehirlerde, sokaklarda hiç dolaşmadıkları, insanlarla hiç konuşmadıkları o kadar belli ki.
O günlerin geçtiğini hâlâ fark edemiyorlar.
Parlamento’nun yanı sıra en büyük hedeflerinden biri de Avrupa Birliği.
Çünkü kendi mesleklerini iyi yapamadıklarının en büyük göstergesi, evrensel hukuk kurallarına uyan Avrupa Birliği’nin ölçütleri.
Ne zaman bizim yargıçların aldığı kararlar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitse rezil oluyoruz, çünkü bunların hukuka uymadığına karar veriliyor.
Bizim yargı da kendinden kuşkulanmak yerine evrensel hukuktan kuşkulanmayı tercih ediyor.
Hukuku ve halkı değil, devleti korumanın önemli olduğuna inanan bir zihniyetin sahibi çünkü onlar.
Askerî darbeleri pervasızca övüyorlar, 28 Şubat darbesinde koşa koşa Genelkurmay’a gidip hiç hicap duymadan brifing alıyorlar, 27 Nisan muhtırası karşısında seslerini bile çıkarmıyorlar, 367 kararı gibi bir ucubeyi gönül rahatlığıyla kabulleniyorlar, Şemdinli savcısının hayatı mahvedilirken ağızlarını açmıyorlar.
Ama Parlamento’ya müdahale etmek istiyorlar.
Edemeyecekler.
Bu ülkenin insanları nasıl yaşayacaklarını yargıya sormayacak.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini engelleyebilirler, partileri kapatabilirler, kaos yaratabilirler ama bu topluma kendilerini kabul ettiremezler, saygın bir güç olmaktan çıkarlar.
Ardı ardına yasalara aykırı muhtıralar yayınlayarak aslında bizim yargı sistemi intihar ediyor.
Toplumla bağlarını koparıyor.
Hukuk sisteminin cansuyu halkın gösterdiği kabuldür, halk yargıyı saygıdeğer bulmadığı zaman o yargı sisteminde bir bozukluk var demektir ve hayat onu değiştirir.
Yargı sistemimiz hakkı olmayan bir iktidarı ele geçirmeye çalışıyor.
Hukuksal bir darbe yapma peşinde.
Bunu yapamayacaklarını bile anlayamıyorlar.
Geçici bir süre için ülkenin istikrarını bozacaklar, belki bu istikrarsız ortamda başka gelişmelerin olmasını umacaklar.
Ama bu çok kısa sürer.
Bir seçim daha olur, halk 27 Nisan’a verdiği cevabı yargıya da verir.
Bu ülke demokrasiye ve hukuka kavuşacak.
İşin en acıklı yanı hukuka, hukukçularımıza rağmen kavuşacak olmamız.
Ne yapalım ki hukukla bu hukukçular yan yana duramıyor.
Birine sahip olursak öbürüne sahip olamıyoruz.
Bu ülke hukuku seçiyor.
Hukuku seven, hukuka saygılı hukukçularını da bulacaktır.
Bu yazı 1,219 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
19 Ağustos 2009
Mafya, TÜSİAD, Türkiye...
-
3 Ekim 2008
Korkmalı mıyız?
-
16 Ağustos 2008
Yavaşlık
-
14 Ağustos 2008
Ne oldu şimdi?
-
12 Ağustos 2008
Ayıklamak
-
30 Temmuz 2008
Dışarıda kim kaldı?
-
18 Temmuz 2008
Yalanlar, gerçekler, sorular...
-
16 Temmuz 2008
Çete
-
14 Temmuz 2008
Emine
-
12 Temmuz 2008
Dindarlar ve demokrasi...
-
5 Temmuz 2008
Darbe ve medya
-
28 Haziran 2008
Solculuk ve dindarlık, zavallılık mıdır?
-
27 Haziran 2008
Bir darbe yandaşı
-
26 Haziran 2008
Travma
-
21 Haziran 2008
'Düşman değiliz be paşalar'
-
13 Haziran 2008
Yeni sorun ihtiyacı...
-
12 Haziran 2008
Anlamak için...
-
2 Haziran 2008
Altınların parlaklığı...
-
1 Haziran 2008
Fırsatçılık ve pusu
-
28 Mayıs 2008
Her Türk asker doğar
Yazarlar
-
Mühürdar
-
Behiç Karahisarlı
-
Fahri Güven
-
Murat Bardakçı
-
Avni Özgürel
-
Mehmet Şevket Eygi
-
Muharrem Coşkun
Yorumlar
+ Yorum Ekle