Bugün
Gülay Göktürk
0 0 0000
"Dini ticarete alet etmek"
Uzun yıllar "dini siyasete alet etme" klişesi ile mücadele eden biri olarak, günün birinde bu klişenin "dini ticarete alet etme" versiyonuyla karşı karşıya geleceğimizi tahmin edebilirdim belki ama yasaklamanın bizzat İslami kesimin bazı entelektüelleri tarafından savunulacağını hiç tahmin etmezdim doğrusu...
Duymuşsunuzdur, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhami Güler ile İslamiyat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Bayraktar, Tekbir Giyim'in marka tescilinin iptal edilmesi için dava açtılar. Davanın gerekçesi olarak, dini bir kavram olan tekbir kelimesinin ticarette marka olarak kullanılmasının kutsal dini kavramların manevi içeriğinin tahrip edilmesine, din istismarı sonucu haksız ticari kazanç elde edilmesine sebep olduğu ileri sürülüyor.
Davayı duyunca, işte, dedim kendi kendime, hakim ideolojinin - muhalifi de dahil- toplumun bütün hücrelerine kadar sinmesinin tipik bir örneği... Bu öyle bir endoktrinasyon mekanizması ki, sonuçta yıllar yılı bu mantığa itiraz edenlerin kafa yapısını da etkilemiş hatta biçimlendirmiş... Dini "bir şeylere" alet etmemek klişesi şimdiye kadar hep dini toplumsal yaşamın dışına sürgün etmenin formülasyonu olarak kullanıldı. Dini sembolleri, dini ritüelleri, dini pratiği tümüyle görünmez kılmak, dini sadece tanrıyla kul arasında yaşanan, dışarıdan görünmez bir ilişki haline getirmek, kamu alanındaki bütün görünürlülüğünü yok etmek için...
Oysa en başta bu davayı açan hocaların bilmesi gerekirdi ki, hiçbir din insanla tanrı arasında sıkışık bir vaziyette yaşayamaz. Dinler, kurallarıyla, ritüelleriyle, sembolleriyle, yarattıkları aidiyet duygusuyla, dayanışmayla, kültürle toplumsal hayatın ayrılmaz bir parçalarıdır. Dolayısıyla, din bu toplumun içindeyse, ticaret de, siyaset de toplum için yapılıyorsa, din elbette siyasetin de ticaretin de içinde olacak. Dinin hayatın içinde olması, ille de dinin kurallarının topluma dayatılması anlamı taşımaz. Laik bir ülkede karşı olunması gereken şey, ülke yönetiminde din kurallarının esas alınması, ya da dini inançlar temelinde ayrımcılık yapılması, kin ve nefretin körüklenmesi, toplumsal barışı edici davranışlarda bulunulmasıdır. Bunun dışında, dini kavramların, dini duyarlılıkların da diğer bütün duyarlılıklar gibi ekonomiye de, siyasete de, ticarete de kültüre de yansıması, buralarda karşılığını bulması doğal ve normaldir.
Tesettür defilesi olur mu; Tekbir Giyim'in tesettür defilesi, dine ne kadar uygundur; ne kadar değildir; moda kavramı, şıklık kavramı tesettürün kendisi ile çelişir mi, ne zaman çelişir... Bütün bu noktalar geniş geniş tartışılmaya değer ve zaten de tartışılıyor... Söz konusu defilenin adının "Özgür çiçekler, özgür renkler" olması bile başlı başına enteresan bir tartışmanın konusu olabilir. Bu tartışmalar sırasında kimilerinin tesettürün moda ve defile kavramlarıyla bağdaşmayacağını, şıklığın tesettürün mantığına aykırı olduğunu savunmasından daha doğal bir şey de olamaz.
Aslında şimdiye kadar tesettür kıyafetlerine politik simge midir, değil midir, takıntılarını bir yana bırakarak, sosyolojik açıdan bakacak olsaydık, İslami kesimin yaşadığı değişimi anlama açısından bugün bulunduğumuz yerden çok daha ilerde bir yerlerde olurduk. Tesettür kıyafetlerindeki çeşitlenmeye bakarak, İslami kesimin kendi içindeki farklılaşmayı görürdük. Ama neyse, bu defileler sürdükçe bu konudaki tartışmalar da, fikir ayrılıkları da sürüp gidecek ve çok da iyi olacak. İyi olmayan, bu tartışmayı yargı eliyle kesmeye çalışmak; dava konusu yapmak; sosyolojinin, ilahiyatın, iktisadın tartışmasını yasak yoluyla "çözmeye" kalkmaktır.
Tekbir Giyim'e dava açan bazı ilahiyatçılarımızın, yıllardır dini toplum dışına sürgün etmek için laikçi yasakçıların kullandıkları bir argümanı, bu kez kendi hoşlarına gitmeyen sosyolojik bir süreci kesmek için kullanmaya kalkmaları ibretlik bir durum gerçekten... Bence bu olayın en önemli kıssadan hissesi budur.
Bu yazı 1,362 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
3 Ekim 2008
Krizler ve sebep sonuç ilişkileri
-
12 Temmuz 2008
Ergenekon Davasını bekleyen tehlikeler
-
12 Haziran 2008
Cumhuriyet Çalışma Grubu
-
28 Mayıs 2008
“Yalnız ve güzel ülkem”
-
25 Mayıs 2008
Tam Gün Yasası 2
-
21 Mayıs 2008
Tam Gün Yasası
-
18 Mayıs 2008
Hukuk dersi
-
14 Mayıs 2008
Kraliçe bilecek mi?
-
9 Mayıs 2008
Patinaj ve bıkkınlık
-
7 Mayıs 2008
"Dini ticarete alet etmek"
-
30 Nisan 2008
Taksim neyin sembolüdür?
-
25 Nisan 2008
“CHP'yi kurtarmak”
-
23 Nisan 2008
Doğurun, ama bize güvenerek doğurmayın
-
20 Nisan 2008
Hizmet yarışı olarak siyaset
-
16 Nisan 2008
Vazoda büyüyenler
-
9 Nisan 2008
“Kökü dışarda”
-
30 Mart 2008
"Eğer kapatma davası açılırsa..."
-
28 Mart 2008
Reform kuşa dönmesin
-
26 Mart 2008
Meşru müdafaa
-
19 Mart 2008
Asıl ihtimal Anayasa Mahkemesi’nin reddetmesidir
Yorumlar
+ Yorum Ekle