En Sıcak Konular

Yusuf Kaplan
Yeni Şafak

Yusuf Kaplan
0 0 0000

Laikçilik zırhıyla Türkiye'yi satıyorlar!



1908 gayr-ı Türk ve gayr-ı Müslim darbesi, bizim tarih yapan bir ülke konumundan tarihte tatil yapan bir ülke konumuna yuvarlanmamıza yol açan bir milattır. Türkiye'nin bağımsızlığını yitirişinin ve küresel sisteme teslim bayrağı çekişinin miladıdır. Bu darbe, özellikle de İngilizlerin büyük oyunlarıyla içerdeki “Balkan şebekesi” tarafından gerçekleştirilmiştir.

Osmanlı'nın Abdülhamid'le birlikte küresel bir meydan okuma geliştirdiğini çok iyi gören İngilizler, Osmanlı'daki gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim unsurları, kışkırttılar: Sadece Abdülhamit döneminde, Jöntürk denen ama büyük ölçüde gayr-ı Türklerden ve gayr-ı müslim maşalardan oluşan “şebeke”, Osmanlı'yı çökertmek için Avrupa'da tam 95 dergi ve gazete yayımlamıştır. Böylesine inanılmaz bir ihanet şebekesine dünyada rastlayabilmek çok zordur. Osmanlı'nın bağrına bastığı gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim şebeke, dünya konjonktürünün değiştiği, milliyetçiliklerin pıtrak gibi bittiği bir zaman diliminde, en zayıf yerinden Osmanlı'yı sırtından hançerlemekten çekinmemiştir.

Gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim şebeke, Milliyet gazetesinde 1952 yılında yayımlanan bir yazıda belirtildiğine göre, o vakitler, Türkiye'nin ekonomisine hâkimdi.

İşte Menderes, bu durumu gördüğü için Türkiye'nin ilk “millî sanayi hamlesi”ni başlatarak iki büyük sıçramaya imza atmıştır: Birincisi, Türkiye'de yerli bir sanayinin kurulması konusunda devrim yapmıştır. İkincisi de, Türkiye'nin tersyüz edilen rotasını, aslî rayına oturtmaya çalışmak olmuştur. Aynı şey, Özal döneminde de, kısa süreli ve son 50 yılın en başarılı yönetimi olan Erbakan hükümeti döneminde de ve şu ân Erdoğan döneminde de yapılmaya çalışılmaktadır.

Tabiî bu tür büyük hamleleri küresel konjonktürü bütünüyle karşınıza alarak yapamazsınız. Dolayısıyla yabancı sermayenin ülkenin ekonomisini kontrolü altına alma girişimlerine karşı çok müteyakkız olmak zorundasınız. Bu konuda yüzde yüz başarılı olunamayacağını insaf sahibi herkes teslim eder. Hele de ülkenin ekonomisinin büyük ölçüde gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim unsurların kontrolünde olduğu bir zaman diliminde, bunu tam olarak başarabilmek gerçekten çok zordur. Adamı “götürürler”.

Nitekim, Menderes, hem küresel konjontürü, hem de içerdeki küresel güçlerin çıkarlarını korumakla görevli gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim parababalarını karşısına alma cesareti göstererek Rusya ile büyük bir ticarî ve stratejik bir işbirliği projesi ve nükleer proje geliştirme çabası içine girince idam edilmiştir.

Aynı şey, rahmetli Özal'ın da başına gelmiştir. Özal, küresel konjonktürü çok iyi okuyarak bu ülkede yerli ve İslâmî bir sermayenin oluşmasının temellerini atmıştır. Türkiye'nin millî ekonomisini büyütmüştür. Türkiye'ye bu anlamda çağ atlatmıştır. O yüzden küresel sistemin babaları ve onların içerdeki gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim maşası olan İstanbul dükalığı, Özal döneminde kat be kat güçlenmelerine rağmen, Özal'ın öldürülmesinde birinci derecede rol oynamakta bir sakınca görmemiştir.

Aynı şey, Erbakan'ın da başına gelmiştir. Erbakan kısa bir süre içinde Türkiye'nin hem ekonomisini rahatlatmış, hem Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi olan D-8 Projesini hayata geçirmiş; içerdeki -rantiyeciler dediği- medyaya ve sermayeye hâkim olan gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim şebekeye büyük darbe vurmaya kalkışınca, laikçilik söylemini koruyucu zırh gibi kullanan gayr-ı Türk ve gayr-ı müslim şebeke ve küresel patronlarının desteğiyle siyasî hayatı bitirilmiştir.

Şimdi aynı oyun, Erdoğan'a karşı da tezgahlanmaktadır. Sanırım bu kez, bu oyun püskürtülecek gibi. Çünkü sivil ve askerî bürokrasi Türkiye'nin yaklaşık 100 yıldır nasıl berbat bir oyunun kurbanı olduğunu ilk kez kavramaya başlamış gibi görünüyor.

Özetle, Türkiye, laikçi şebekeden çektiği kadar kimseden çekmemiştir. Laikçi şebeke, Türkiye'nin büyüme imkânları yakaladığı, tarihî roller oynama yönünde adım attığı her anda, laikçilik zırhının arkasına sığınarak, bu ülkenin İslâmî kimliğini, birikimini, tecrbesini, ruhunu, iddialarını “irtica yaygarası”yla hedef tahtası hâline getirmekten çekinmemektedir.

Bu şebekenin siyasî uzantıları, Türkiye'yi inim inim inletmişlerdir. İnönü, Türkiye'yi kitlesel açlığın ortasına getirip bırakmıştır. Laikçi şebekenin diğer örnekleri Türkiye'de dişe dokunur hiç bir büyük atılıma ve açılıma imza atamamışlardır. Ama bu arada laikçi şebekenin gayr-ı Türk ve gayr-ı müslimlerden oluşan İstanbul dükalığı, her dönemde büyük çıkarlar elde etmeyi her zaman başarmıştır.

İşte, bu çıkarların önü kesilmeye başlandığı içindir ki, Türkiye büyük bir siyasî ve ekonomik kaosun ve belirsizliğin eşiğine sürüklenmeye çalışılıyor.

Ama laikçilik zırhına sığınan siyasî ve ekomik şebekenin gücünü küresel sistemden aldığını unutmayalım. AKP iktidarının hem küresel sistemle, hem de içerdeki uzantılarıyla mücadele ettiğini görememek Türkiye'de kamuoyunu yönlendiren medyaya bu şebekenin hâkim olmasından kaynaklanıyor. Ama medya şebekesinin Türkiye'nin değil, laikçilik zırhıyla küresel sistemin çıkarlarını koruduğu artık görülmeye başlanmıştır.



Bu yazı 993 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 28 Temmuz 2008 Ergenekon'la “dolmuşa bindirilmediğimizden” emin miyiz?
    • 21 Temmuz 2008 Televizyonu dönüştürmek ve dil kurmak
    • 14 Temmuz 2008 Medya, nasıl seküler 'kilise'lere dönüştü?
    • 27 Haziran 2008 Travma ve yok oluş süreci
    • 27 Haziran 2008 Travma ve yok oluş süreci
    • 26 Mayıs 2008 Küresel İngiliz hâkimiyetine doğru (mu?)
    • 19 Mayıs 2008 İngilizlere dikkat!
    • 28 Nisan 2008 Laikçilik zırhıyla Türkiye'yi satıyorlar!
    • 25 Nisan 2008 Medeniyet yoksa, medîne de, din de yok olur
    • 18 Nisan 2008 Peygamberî çağ/rı
    • 24 Mart 2008 Çağa tanıklık, peygamberî soluk ve öncü varoluş kuşağı (2)
    • 17 Mart 2008 Türkiye bağımsızsa, Türkiye'yi bağlayan şey ne öyleyse?
    • 14 Mart 2008 Yalıtılmış masal perdesinden ruhsuz heykeller yapmak
    • 10 Mart 2008 "32. Gün"ün yaptığı şey televizyonculuk mu?
    • 3 Mart 2008 Aydınlanma mı dediniz? Peki, nerede Kant'ınız, Diderot'nuz, Voltaire'iniz?
    • 25 Şubat 2008 Kurumları kezzapladık, şimdi sıra insanlarda mı?
    • 18 Şubat 2008 Konya modeli
    • 15 Şubat 2008 Türkiye neden durdurulmalı; ama durdurulamaz?
    • 11 Şubat 2008 'Medya terörü' derhal durdurulmalı!
    • 4 Şubat 2008 21. yüzyılı "Türkiye" başlatacak...

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,751 µs