En Sıcak Konular
Vakit
Selahaddin Çakırgil
0 0 0000
‘Yargıçlar Diktatoryası’, tek umut..
Yargıtay eski başsavcısı ‘367 engelinin kâşifi büyük hukukçu’ (!) Sabih Kanadoğlu, üniversitelerde örtü yasağının kaldırılmasıyla ilgili olarak AK Parti ile MHP’nin prensipte uzlaşmaya varması üzerine, bütün ‘kemalist/laik’lerin kızgınlığını ve hırçınlığını dün, ‘Bu gidişin sonu dinci diktatörlüktür..
’ diye dile getirdi.. Gerçekte ise, bu, kendi ‘laik dikta’larında bir gedik açılmakta olduğunun feryadıdır.
Deniz Baykal’ın muhalefetini bile yeterli bulmamış olmalılar.. Dün de, CNNTürk’de, F. Bilâ ve M. Yetkin, başörtüsü tartışmalarında kadınların fikrinin sorulmadığını söylüyorlardı. Onların, fikrinin sorulmasını istedikleri hanımlardan maksad, geçen Bahar’da ülkenin çeşitli yerlerinde, oradan oraya taşınıp, yüzbinler gibi gözükmeyi başaran laik kadınlardı, elbette.. Asıl görülmesi gereken, yetişkin hanımların yüzde 73’ünün başını örttüğü ve halkın yüzde 83’ünün de örtünmeden rahatsız olmadıklarının, hattâ laik anket kurumlarınca bile doğrulandığı bir ülkede, ‘laik dikta’nın direncidir..
Öte yandan, YÖK eski başkanı ‘büyük anayasa hukukçusu’(!) Erdoğan Teziç de, bu anayasa değişikliğinin, Anayasa Mahkemesi’nden dönebileceğini iddia etmekte.. Yani, zemin hazırlamaya çalışmakta..
Yine ‘büyük hukukçu’(!)lardan A. Necdet Sezer de C. Başkanlığı makamını terketmeden kısa süre önce, ‘laik kutsal’ına bir kez daha işaret etmek gereğini duymuş ve ‘Anayasa Mahkemesi kararlarının daima hüküm ifade edeceğini ve hiç bir zaman ve asla geçersiz hale getirilemeyeceğini’ hatırlatmıştı..
Onun içindir ki, ‘Halkın verdiği bunca destekle iktidar oldular, daha ne bekliyorlar? Yasakları kaldırdık deyince kaldırılır..’ diye ucuz siyaset yapanların iddialarına karşı, biz bu sütunlarda, ısrarla, ‘Biz yasağı kaldırdık..’ demekle yasakların kaldırılamayacağını, anayasa değiştirilmedikçe bunun mümkün olamayacağını’ belirtiyor ve bu yüzden, hattâ, bazılarının, Hükûmet’e ma’zeret uydurduğumuz suçlamasına bile mâruz kalıyorduk..
Şimdi olsun, ‘laik dikta’nın neleri, nerelerden ve nasıl bağladığı’nın, ‘devlerin su başlarını nasıl tuttuğu’nun bilgisine daha iyi varılması umulur..
Evet, gerçek, acı idi ve bu idi..
Türkiye’de birtakım güç odakları var ki, onlar devlet mekanizması üzerinde tasallut kurmuşlardır. Geçmişte saltanat vardı.. Sistemin mahiyeti gereği, halk’ın yeri yoktu orada.. İktidar, ‘Saray ve Kalemiye (Padişah ve yüksek bürokrasi) , Seyfiyye (Ordu) ve İlmiyye (Ulemâ) sınıfları arasında bölüşülürdü..
Bu üç güç odağından ikisi bazen bir taraf aleyhine birleşip dediklerini yaptırırlardı.. Bazen, ulemâ ve askeriye ittifak edip, Padişah’ı indirirler; bazen Saray ve Ulemâ işbirliği yapıp ‘askeriye’ (Yeniçeri) ocağını söndürürler; bazen de Saray ve Askeriye ittifak edip, Ulemâ ocağını..
Halk ise, ‘vergi vermek, askere gitmek ve itaat etmek’le mükellefti. Sistemin ‘saltanat’ olması yüzünden, mahiyeti gereği, ‘halk’ın o sistem içinde etkili bir yeri yoktu ve bu durum, o sistemin mantığına da uygundu..
Ve sonra, ‘Devr-i dilârâ’y-ı Cumhûriyye’ (Gönüller açan Cumhuriyet) dönemine ulaşıldı...
Yani, cumhûr’un, halkın ekseriyetinin iradesine göre yönetilecektik, artık..
Amma, Saray’ın yerini Çankaya aldı; Seyfiyye’nin yerini (ordusuyla-emniyetiyle) Silahlı Güçler ; Ulemâ’nın yerini de üniversite ve medya aldı.
Halk, nerede idi?
Halk’ın sistem içindeki yeri, yine ‘vergi vermek, askere gitmek ve itaat etmek’ten ibaretti..
Halkın saltanat sisteminde etken bir faktör olmaması, o sistemin mantığına uygun olmasıydı.
‘Cumhûriyet’ sisteminde ise, sistem halk adına, ‘cumhûr’ adına kuruluyor ve amma, ‘cumhûr’un iradesi, ülkenin iradesinde yine aslî etken olamıyordu.. Mantıksızlık buradaydı..
Şimdi bazı güç odakları yavaş yavaş da olsa, bertaraf ediliyor gibi.. Rahşan Ecevit’in, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü eleştirirken, ‘Çankaya’yı sadece taş ve tuğladan ibaret bir bina haline getirdi, o mekânın ruhunu katletti...’ demesi boşuna değil.. Çünkü, her türlü ‘kutsal’a karşı mücadele vermek adına yola çıkan ‘laik dikta’ kendisini, halk’a, yeni bir ‘kutsal’, bir ‘laik kutsal’ olarak sunmanın gereğini duymuş ve bunun mekanizmasını da kurmuştu.. Ve o ‘dikta’nın merkez üssü, Çankaya idi.. Ve o üss de, ellerinden çıktı..
Eskiden, laikler için ‘kurtarıcı’ olacağı zannıyla, ikide bir, ‘askeriye’ye işmar edilirdi..
Şimdi, artık bu yolun da ‘çıkmaz’ olduğu, 27 Nisan ‘e-muhtıra’sının âkıbetiyle ve hele de onun neticesinde yapılan seçimlerle belli oldu. Bundan sonra, aynı usûlden çare umulması çılgınlık olur..
Ama, ‘laik dikta’nın öyle kolayca teslim olacağı beklenmemelidir.. Nitekim, şimdi de, yargı adına korkuluklar dikilmeye, birtakım yerler korkutulmaya çalışılıyor.. Hükümlerini ‘Millet adına..’ diyerek veren, sırmalı yakalarının içinde kaybolan kafalarının içinden, başka dünyalar adına millete zulmeden nice mahkemeler gördük, geçmişte, biz.. En başta, İstiklal Mahkemeleri, Yassıada ve de Mamak Mahkemeleri başta olmak üzere.. Evet, şimdi de, ‘laik dikta’nın saltanat sahibleri, 1930’ların hükûmet etme ve tahakküm anlayışına göre, tehdidler yağdırmaya çalışıyorlar.. Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’nin 1989’larda aldığı kararların, hiç bir zaman değiştirilemeyeceğini sanıyorlar, tıpkı A. N. Sezer ceberrutluğuyla..
Halbuki, o günlerde Anayasa Mahk. Başk. Vekili (şimdi Başkan) olan Haşim Kılıç, ‘Anayasa Mahkemesi karar ve ictihadlarının mevcud anayasa ve kanunlara göre inşa olunduğunu, anayasa ve kanunlar değişirse, tabiatiyle, o ictihadların da yeni duruma göre yeniden şekilleneceğini’ ifade ediyordu ve doğru ve mantıkî olan da bu idi..
(Geçen hafta) AİHM’ye Türkiye’den seçilen yargıç Işıl Karakaş da, ‘Anayasa Mahkemesi karar ve ictihadlarının anayasaların değişmesi halinde, geçerliliklerinin yeni duruma göre şekillenmesinin kaçınılmaz olduğunu’ söylüyor.. Ama, Kanadoğlu, Teziç ve emsali ‘büyük hukukçu’(!)lar ‘laik dikta’ adına geçmişte ele geçirdikleri iktidarı yitirmemek için direniyorlar ve daha da direneceklerdir..
Yargı erkinde çöreklenmiş ve amma, ‘millet adına’ diyerek hükmeden birtakım zihniyetlerin de, ‘millet’in iradesini gerçekten de yansıtacak şekilde hizaya getirilmesi gerekmektedir..
Çünkü, yargı adına, millet’in bunca özgürlük ve hukuk mücadelelerinin üzerine, Cumhûriyet adına adeta bir din gibi, ‘mutlak ve değişmez doğru’ zannları ile inşa edilen ‘laicité’ anlayışı ile tahakküm edilmektedir. Bu böyle devam edemez..
Bu yazı 1,485 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
30 Temmuz 2008
'Kemalizm, nazizme benziyor!’ diyecek değiller ya..
-
28 Haziran 2008
‘Âlimin ölümü, âlemin ölmesi gibidir..’
-
26 Haziran 2008
Asıl ‘travma’yı, şimdi ‘taife-i laicus’ yaşıyor..
-
26 Ocak 2008
‘Yargıçlar Diktatoryası’, tek umut..
-
15 Ocak 2008
Türkiye, Ortadoğu’da Batı’nın ‘anglo-sakson’ cebhesiyle birlikte..
-
14 Ocak 2008
‘Tehlike yükseliyor; öyleyse, ‘kemalizm’de birleşelim!.’
-
12 Ocak 2008
‘Entellektüel hurafe: Aydınlanma’konusunda aydınlanmak..
-
10 Ocak 2008
Ahmed Türk Bey; sözüm sana..
-
29 Kasım 2007
‘Bir dokun, bin âah dinle, ‘kâse-i fağfûr’dan..’
-
11 Ekim 2007
Yarınları, tarihten de ibret alarak, adâlet üzere kurmak cehdi..
-
9 Ekim 2007
Sadece ülkemiz değil, bütün bölge ‘kaos’lara gebe iken..
-
6 Ekim 2007
‘Stalinist yöntemler’ yenilmeye mahkûmdur!.
-
4 Ekim 2007
Topyekûn savaşa, zaman ve mekânını inancımızın ölçülerine göre hazır olmak..
-
3 Ekim 2007
‘Anayasaya göre devlet’ mi; ‘devlete göre anayasa’ mı?
-
2 Ekim 2007
‘Taife-i laicus’ softalarının zorbalığı ötekilerden geri mi?
-
1 Ekim 2007
‘Sıcak takib’e ‘evet’ deniliyorsa; ‘mütekabiliyet’e de ‘evet’ mi
-
29 Eylül 2007
Türkiye keşke Malezya olsa!
-
27 Eylül 2007
‘Dindarlık-dinsizlik kutublaşması’ en keskin hatlara doğru ilerlerken..
-
26 Eylül 2007
Milletin önemli sıralaması ile asker’inki uyumlu olmalı değil mi?
-
25 Eylül 2007
‘İran’a şeriat, demokrasi vaadleriyle geldi!’ mavalı..
Yazarlar
-
Mühürdar
-
Behiç Karahisarlı
-
Fahri Güven
-
Murat Bardakçı
-
Avni Özgürel
-
Mehmet Şevket Eygi
-
Muharrem Coşkun
Yorumlar
+ Yorum Ekle