En Sıcak Konular

Yusuf Kaplan
Yeni Şafak

Yusuf Kaplan
0 0 0000

Küresel Darwinizm ve estetik yokoluş mevsimi



İnsanlık olarak, estetize edilmiş yöntemlerle tastamam bir yok oluş sürecinin veya mevsiminin eşiğine sürüklendiğimiz esaslı bir varoluş krizinin, bir anaforun tam ortasından geçiyoruz; ama güle oynaya hayatımızı idame ettirerek hayattan kâm almayı, hazlarımızın, arzularımızın peşinden koşuşturmayı da ihmal etmiyoruz.

Bu kurduğum cümledeki büyük çelişki ya da ironi, tam da çağımızı özetleyen bir çelişkidir. Bir yandan krizden, üstelik de varoluş krizinden sözediyoruz; öte yandan da, sanki hiç bir şey olmuyormuş gibi, atomlaşmış, kendi küçük dünyalarımızda, fetişlerimizde, hazlarımızda, ikonlarımızda kaybolarak hayatın tadını çıkarmaktan...

İnsanlığın yaşadığı varoluş krizi, bizatihî insanın varlığını tehdit edecek boyutlar kazanmış durumdadır: Bir yandan, kaba gücü ellerinde bulunduranlar, demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden dem vuruyorlar; öte yandan da, "sosyal darwinizm"in tam anlamıyla küresel darwinizm'e dönüştüğü bir dünyada, dünyaya keyiflerine göre nizâmat veriyor, istedikleri yeri istedikleri zaman işgal edebiliyor, hoşlarına gitmeyen, kendi haksız zorba küresel darwinci hegemonya biçimlerine itiraz eden ükleleri, dinleri, kültürleri, hatta liderleri veya etkili kişileri yok edebildikleri tam bir küresel darwinizm dünyasının ortasına fırlatıyorlar bütün insanlığı...

Ama biz, hiç bir şey olmuyormuş gibi yaşamaya devam edebiliyoruz; insanın varlığını tehdit eden, küresel darwinizm'in marifetlerini sadece seyretmekle yetiniyoruz. Üstüne üstlük seyrettiklerimizden de müthiş bir haz alıyoruz. George Orwell'in "big brother"larının / modernliğin tahakkümcü dünyası, yerini Aldous Huxley'in "Cesur Yeni Dünya"sına / postmodernliğin ayartıcı dünyasına terkettiğinden bu yana estetize edilmiş bir ölüm süreci, bir duyarsızlaşma, kendi küçük dünyalarımızda ve hazlarımızda estetik bir yok oluş serencamı yaşıyoruz.

Hayat, anlamsızlaşmış durumda. En küçük fetişlerimiz, en küçük hazlarımız, en küçük arzularımız, özgürlüğümüzü, dünyada olup biten zorbalıklara karşı ayağa kalkma, varolduğumuzu gösterebilme, irademizi ilan edebilme özgürlüğümüzü elimizden alıyor; ama bütün bunlar bizi tatmin etmeye, kendi içimize, kendi küçük dünyalarımıza, fetişlerimize, hazlarımıza kapanmaya ve dolayısıyla bütün duyargalarımızı dünyaya kapatmaya yetiyor. Küresel darwincilik, dünyayı talan mı ediyormuş; büyük yalanlarla insanlık coğrafyasını kan ve gözyaşı coğrafyasına mı çeviriyormuş; göremiyoruz bile bütün bunları.

Medyalar, ne kadar kan ve gözyaşı gösterirse, o kadar kana ve gözyaşına duyarsızlaşıyoruz; ama farkında bile değiliz, farkındalık duyargalarımız donmuş ve ölmüş durumda çünkü. Ve işte o küresel darwinciler de bu duyarsızlığımızı, kayıtsızlığımızı, kırılganlığımızı, farkındalık duyargalarımızın donduğunu, sessiz bir ölüm yaşadığını, bizi adeta bitkisel bir hayat yaşamaya mahkûm ettiğini, bu "bitkisel hayat"tan bile ayartıcı, uçurucu, baştan çıkarıcı, hayattan kaçırıcı hazlar devşirebildiğimizi çok iyi bildikleri için, daha fazla kana ve gözyaşına susuyorlar; bizse daha fazla estetik yok oluş biçimlerimize, yani hazlarımıza, fetişlerimize, saplantılarımıza, futbol totemlerimize, müzik idollerimize sığınıyor, kaçıyor ve böylelikle susuyoruz küresel darwinizm'in kana, gözyaşına susayıcı cinayetleri karşısında.

Eğer medyalar olmamış olsa, bu kadar çabuk ve kolayca ayartılıp, uyuşturulamayacağız ve uyuzlaştırılamayacağız. Medyalar oyunu bozuyor çünkü. Her tür medya'dan sözediyorum burada: Bizi dünyadan uzaklaştıran, insanlığın sorunlarına kayıtsızlaştıran ve duyarsızlaştıran turizm de, otomobil endüstirisi de, her tür profesyonel spor, popüler müzik, televizyon, gazete, sanal ortam biçimi ve endüstrisi de medyalar arasında yerlerini alıyor ve rollerini en ayartıcı, en baştan çıkarıcı, dünyanın ve insanlığın sorunlarına fena hâlde duyarsızlaştırıcı şekillerde güle oynaya, sanki dünyamız güllük gülistanlıkmış gibi icra ediyorlar.

Şimdi, Foucault'nun modernliği, dolayısıyla modernliğin tek kaynağı sekülerliği, neden "insanlığın hapishanesi" olarak; Weber'in ise "özgürlüğümüzü yitirdiğimiz, anlam krizi yaşadığımız bir demir kafes" olarak tanımladıklarını daha iyi anlıyor olmalıyız.

Bu dekadans'tan, bu çözülme ve çürümeden tek çıkış yolu var: Hazlarımıza, fetişlerimize, ikonlarımıza değil, Allah'a teslim olmak ve böylelikle hiç bir ayartıcı gücün, arzunun, fetişin, iktidar aygıtının önünde teslim bayrağı çekmeme, boyun eğmeme özgürlüğüne kavuşmak. Ne demişti büyük psikanlist Jacques Lacan, "Tanrı inancını yitiren bir insan, artık her şeyi tanrılaştırmaktan kurtulamaz."



Bu yazı 1,264 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 28 Temmuz 2008 Ergenekon'la “dolmuşa bindirilmediğimizden” emin miyiz?
    • 21 Temmuz 2008 Televizyonu dönüştürmek ve dil kurmak
    • 14 Temmuz 2008 Medya, nasıl seküler 'kilise'lere dönüştü?
    • 27 Haziran 2008 Travma ve yok oluş süreci
    • 27 Haziran 2008 Travma ve yok oluş süreci
    • 26 Mayıs 2008 Küresel İngiliz hâkimiyetine doğru (mu?)
    • 19 Mayıs 2008 İngilizlere dikkat!
    • 28 Nisan 2008 Laikçilik zırhıyla Türkiye'yi satıyorlar!
    • 25 Nisan 2008 Medeniyet yoksa, medîne de, din de yok olur
    • 18 Nisan 2008 Peygamberî çağ/rı
    • 24 Mart 2008 Çağa tanıklık, peygamberî soluk ve öncü varoluş kuşağı (2)
    • 17 Mart 2008 Türkiye bağımsızsa, Türkiye'yi bağlayan şey ne öyleyse?
    • 14 Mart 2008 Yalıtılmış masal perdesinden ruhsuz heykeller yapmak
    • 10 Mart 2008 "32. Gün"ün yaptığı şey televizyonculuk mu?
    • 3 Mart 2008 Aydınlanma mı dediniz? Peki, nerede Kant'ınız, Diderot'nuz, Voltaire'iniz?
    • 25 Şubat 2008 Kurumları kezzapladık, şimdi sıra insanlarda mı?
    • 18 Şubat 2008 Konya modeli
    • 15 Şubat 2008 Türkiye neden durdurulmalı; ama durdurulamaz?
    • 11 Şubat 2008 'Medya terörü' derhal durdurulmalı!
    • 4 Şubat 2008 21. yüzyılı "Türkiye" başlatacak...

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,496 µs