İnsan, hem yalnız olmadığını, hem yalnız başına bırakılmadığını, hem de yalnız başına yaşayamayacağını Kadir Gecesi'nde daha iyi fark ve idrak ediyor.
Bu dünyada sadece insan yok. Başka varlıklar da var. Başka varlıklar olmamış olsa bizim varolabilmemiz de imkânsızlaşacak. Ama biz, hayatı bu dünyadan; varlığı ise, esas itibariyle maddeden ve maddenin bir örneği, ürünü, dolayısıyla ruhu çalınmış türüne dönüştürülen “insan-makina”dan / tanrılaşan-insandan ibaret gören seküler sığlığın ve insanı “sığırlaştırıcılığın” kurbanları olarak, bu dünyanın sadece bize (insana) ait olduğunu, bu dünyada sadece bizim yaşadığımızı, bizden başka kimsenin hiç bir kıymeti harbiyesinin olmadığını düşünüyoruz.
O yüzden tahrip ediyoruz ya her şeyi. O yüzden dünyayı, gezegenimizi, kâinâtı, bütün bunların ve her şeyin yaratıcısı Rabb'imizi umursamadan yaşıyoruz ya. Rabbimize kul olma asaletine sahip olacağımıza, her şeye kul olma sefaletini tercih edebiliyoruz.
O yüzden vicdanımız kaldırmıyor yapıp ettiklerimizi. Çünkü vicdan yoksa insan vücut bulamaz; hiç bir esaslı şeyi kendisi icat edemez, hiç bir şeyi tecdid edemez, hiç bir zaman esaslı bir vecd hâli yaşayamaz. Eğer vicdan yoksa, varlık da, icat da, tecdid de, vecd de sadece birer simülasyona dönüşür. O yüzden içimizde fırtınalar esiyor ya. Bir türlü dindiremediğimiz fırtınalar. Tabiî bu fırtınaların dozu ve tozu Batıya doğru gittikçe daha da artıyor.
Çünkü Batı'ya doğru yol alındıkça insanın bir arpa boyu yol alamadığını, yapayalnız kaldığını, yapayalnız kalmaktan başka çaresi ve seçeneği kalmadığını, ruhunun boşaldığını, hayatın/ın anlamsızlaştığını, hâl böyle olunca da, hayvanlaşmaya başladığını, sadece hayvanlar gibi yemek-içmek-çalışmak-çiftleşmek için yaşadığını görüyoruz.
Sadece kendini düşünen bir insan, hatta düşünme yetilerini bile bir yerlerde kaybeden bir insan-makina-hayvan türü bir cyborg var karşımızda. Dünya, umurunda olmayan bir mahlûkat bu. Sadece kendisini, ertelenemez hazlarını ve arzularını yaşamaktan başka bir şey bilmeyen bir insan-makina-hayvan. Hep aynı hareketleri yapan. Hep aynı şeylerle uyarılan. Bütün dünyalara kulaklarını tıkayan. Müziğin gürültüsünü artırabildiği zaman uyarılarak uyuyan / uysallaşan.
Oysa gürültünün artması, çılgınca çoğalması ve boşaltılması, aslında bir sessizlik, bir Sükûnet arayışıdır alttan alta. İnsanın yalnızlığına, bu dünyanın kralının, tanrısının, her şeyinin kendisi ilan edilmesine bir başkaldırıdır; dünyadan, insanlardan, hayattan kaçıştır. Müzikhollere, klüplere, gymnasyumlara, futbol stadyumlarına ve bilumum kalabalık içinde kaybolunan yerlere kaçış, sığınış, “seküler hacı” oluş, “maçı alış” ve boşalıştır.
Bütün bunlar sahici, hakîkî değil, bilakis taklîdîdir, simülasyondur aslında. Herkes aynı şeyi yapar ve aynı duyguyla boşalır. Hakîkî hac, ilâhî soluğu herkese kendince solutur, kendi idrakince. Aradaki fark, seküler hacılığın insanı anonimleştirerek “aşağılaştırması”, “yok etmesi”; ilâhî hac'ın ise kendi içine doğru derin bir yolculuk yaptırarak her insana apayrı bir kişilik, bir vecd, bir tecdid / yenilenme imkânları kazandırıp insanı yüceltmesidir.
Kadir Gecesi, İnsan'ın kaderinin takdir edildiği bir gecedir. Bir takdir edicinin, bir Kudret Sahibi'nin, tan ağarıncaya kadar melekleri yeryüzüne gönderen, yeryüzünü meleklerle techiz eden bir Rahmet ve Rahman Sahibi'nin varlığını bütün gücü ve rahmetiyle hissettirdiği bir takdir gecesidir.
İnsan, kader'e inanmakla makina gibi işleyen bir hayatın kurbanı olmaz. Tam tersine, biraz önce de dikkat çekmeye çalıştığım gibi kadere inanmadığı zaman, ruhunu yitirir ve makinalaşır hayatı.
İslâm, İnsanın kaderinin takdir olunduğunu söylerken, insanı bir robot gibi görmez. Çünkü o zaman insan da biter, İslâm da. Tam tersine, insana verilen irade vasıtasıyla insanın kendi kaderini ifşa etmesidir kader. İnsan kudret sahibidir. Ama kudretin asıl sahibi kendisi değildir; Kâdir-i Mutlak'tır. Ama insan, mutlak kudret sahibinin takdiriyle varolan şeyleri kendi iradesiyle, kendi kudretiyle yapar. Ve asıl Kudret Sahibi'nin, Asıl Yapıcı / Yaratıcı'nın Allah olduğunu bilir.
Böylelikle kendini, imkânlarını ve zaaflarını tanımış, kendini bilmiş olur. Kendini bildiği için de haddini bilir. Haddini bilen, hem Rabbini, hem de kendini bilir. Rabbini bilmeyen ne kendini, ne de haddini bilebilir.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle