En Sıcak Konular
Vakit
Hasan Karakaya
0 0 0000
Vakit’in teklifi... Niçin 1924 Anayasası?
AK Parti İstanbul İl Başkanlığı; önceki gün, yani Cumartesi akşamı Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’nde, basın mensuplarının da aralarında bulunduğu yaklaşık 2 bin 500 kişiye “iftar” verdi...
İftar yemeğine Başbakan sayın Tayyip Erdoğan da katıldı ve bir konuşma yaptı... Konuşmasında; “kişi başına düşen milli gelirin 7 bin dolar seviyesine geldiği” müjdesini veren ve sözlerini özetle; “Artık Türkiye, gündemi belirlenen bir ülke değildir... Türkiye, gündem belirleyen ülkedir... İftiharla ifade ediyorum ki, İstanbul, Türkiye’nin dünyadaki en değerli markasıdır... Yaratılanı, Yaratan’dan ötürü seven bir medeniyetin mensuplarıyız... İnsan olmak, bunun için yeter sebeptir... Böyle bir medeniyetin mensupları olarak, bu içimizdeki kavga niye?” diye sürdüren sayın Başbakan, daha çok “sivil anayasa” çalışmaları üzerinde durdu... “Türkiye’nin referandum kültürüne alışması gerektiğini” de söyleyen sayın Başbakan; “en çok alkışlanan” bu sözlerinin devamında, “rektörler zirvesi”nde alınan ve YÖK Başkanı Erdoğan Teziç tarafından açıklanan “karar”lara da tepki gösterdi ve “ironik” bir üslupla, “hata etmişiz” dedi.... “Taslak çalışmalarına YÖK’ü de dahil etmemekle hata etmişiz!!!”
O an, sayın Başbakan’dan, şöyle bir söz bekledik:
“Biz, yeniden yapacağımız Anayasa’da YÖK denilen kurumu kökten kaldırmaya çalışıyoruz, ama YÖK, anayasal sürece dahil olmaya çalışıyor!.. Kaldırmak istediğimiz bir kurumu, bu sürece niye dahil edelim ki?”
Hayır, sayın Başbakan böyle bir lâf etmedi... Ancak, etmesini beklerdik... Sadece “YÖK” için değil, “Anayasa Mahkemesi” için de böyle bir lâf etmesini isterdik.
Zira, “Atatürk’ün Türkiyesi” denilen bu ülkede, “Atatürk’ün Anayasası” değil, “Askeri Cunta’nın yaptırdığı anayasa” yürürlükte!..
“Atatürk Anayasası”nda; YÖK’e de, Anayasa Mahkemesi’ne de yer yoktu... Bu kurumlar, “millî iradeyi dizginlemek” ve “Meclis’i kontrol etmek” isteyen “cuntacı”ların birer icadıydı...
VAKİT’TEN “UZLAŞMA” ADRESİ!
Bu gerçeği, Vakit’in 5 Ekim 2007 tarihli manşetinde çarpıcı bir şekilde duyurduk.
Dedik ki;
“Uzlaşmanın adresi 24 Anayasası!”
Haberde, “hukukçu”ların da görüşlerine yer verdik. “Anayasanın uzlaşmayla hazırlanması tartışmaları”nı değerlendiren hukukçular diyorlardı ki;
“Uzlaşma aranacaksa, bu; millî kurtuluş mücadelesi vererek Cumhuriyet’i kuran 1. Meclis’in anayasasında olmalıdır!”
Öyle ya;
“İlk sivil anayasa”dır 1924 Anayasası... “İlk demokratik anayasa”dır!.. Daha öz ifadesiyle; içinde “buyurgan dayatmaları”nın değil, “halk talepleri”nin bulunduğu, “ilk ve tek halk anayasası”dır 1924 Anayasası!..
Vakit’in önceki günkü manşetinde, “niçin 1924 Anayasası”nı teklif ettiğimiz de, maddeler halinde şöyle sıralanmıştı:
- 24 Anayasası egemenlik hakkını başka kurumlarla paylaşmadan, doğrudan ve kayıtsız şartsız millete veriyor.
- 24 Anayasası’nda ‘değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ türünden dogmatik maddeler yok.
- 24 Anayasası sadece vekil dokunulmazlığı içeriyor, bürokrat dokunmazlığı yok.
- 24 Anayasası, vatandaşların mensup oldukları din, mezhep, tarikat ve felsefi ictihatlardan dolayı kınanamayacağını hükme bağlıyor.”
KARŞI ÇIKANLAR, SAHTE ATATÜRKÇÜLER
Evet, bu anayasa “Atatürk Anayasası” idi... Buna; en çok “Atatürkçü” geçinenlerin ve bu ülkeye “Atatürk Türkiyesi” diyenlerin sahip çıkması gerekmez miydi?..
Ama, hayır!..
Vakit’in gündeme getirdiği “1924 Anayasası”na benzer bir anayasa hazırlanması yönündeki teklife en çok karşı çıkanlar, “sahte Atatürkçüler” idi... Diğer bir ifadesiyle; yüzlerine “Atatürkçü” maskesi geçirmiş, “Atatürkçü geçinenler” ile “Atatürk’ten geçinenler”di!..
Bunların “samimi Atatürkçü” olmadıkları şuradan belliydi ki; “Atatürk”e sahip çıkıyor görünenlerin, “altında Atatürk’ün imzası bulunan bir anayasa”ya sahip çıkması gerekirken, “1924 Anayasası”nı şiddetle reddetmeleri; hem “sahte Atatürkçü” olduklarını, hem de “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine nasıl tahammülsüz olduklarını göstermeye yeterlidir!..
Oysa, “hukukçular”ın da ifade ettiği gibi;
- “Bugüne kadarki anayasalarımız içinde temel hak ve özgürlükler açısından en iyisi, 1924 Anayasası’dır. Milli mücadeleden sonra yapılmış olması önemlidir. Millet hakimiyetini ve onun temsilcisi olarak Meclis’in hakimiyetini öne çıkarmıştır. Bürokrat dokunulmazlığı olmaması çok önemlidir.”
- “1924 Anayasası egemenlik hakkını başka kurumlarla paylaşmaksızın doğrudan millete vermiştir. Bu, en önemli özelliğidir. İnanç hakkına da sınırlama getirmeyen bir anayasa olarak en iyi modeldir. 82 Anayasası ile kıyaslanması mümkün değildir. 24 Anayasası’nın özgürlük alanı, sözde Atatürkçülerin kabullenemeyeceği kadar geniştir.”
“Atatürk’ten geçinenler” karşı çıksa da, Saadet Partisi başta olmak üzere, bazı partiler “yeni anayasa”da bulunması gereken “olmazsa olmazları” şöyle sıralıyorlardı:
- Bürokrat dokunulmazlığına son verilmeli.
- Çağdışı kılık kıyafet sınırlandırmaları son bulmalı.
- Muğlaklığından dolayı baskı unsuru olarak kullanılan laiklik kavramına açıklık getirilmeli. Bu kavramın hangi durumda nasıl uygulanacağı netleştirilmeli ve bu kavram tanımlanmalı.
- Anayasa ideolojiden uzak olmalı. Değiştirilemez madde anlayışına son verilmeli.
- Üst kurul saltanatına son verilmeli. Meclis’in hakimiyeti başka güçlere paylaştırılmamalı.
Prof. Dr. Mustafa Kamalak tarafından açıklanan bu “olmazsa olmazlar”ın, önümüzdeki günlerde yoğun şekilde tartışılacağı ve geniş kabul göreceği inancındayız.
VAKİT, “ÖNCE İNSAN” TARAFINDA!
Evet, bir hafta da böyle geçti... Bu bir haftada; bir yandan “Ramazan’a ve oruca saygısızlık”larla dolu “haber”lerle öfkelendik, bir yandan da “sivil anayasa” hazırlıklarına; hem de “taslağın taslağı” olmasına rağmen gösterilen tahammülsüzlüklere şahit olduk.
Ancak, Başbakan sayın Tayyip Erdoğan’ın, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi’ndeki “iftar yemeği”nde sarfettiği “Türkiye referandum kültürüne alışmalı” şeklindeki ifade ve 21 Ekim’deki “Cumhurbaşkanlığı referandumu”nda “evet” diyecekleri yönündeki teminat; Türkiye’de bundan böyle “oligarşi”nin değil, “millet iradesi”nin egemen olacağı yönünde bir “kararlılık” göstergesi gibi geldi bize!..
Ancak, şu da var:
“Tavşanın suyunun suyu” hikâyesinde olduğu gibi, henüz “taslağın taslağı” konumundaki “yeni anayasa” çalışmaları, öyle görünüyor ki; daha çook tartışılacak ve “özgürlük hazımsızları”nın, “mahalle”ye yönelik saldırıları daha da tırmanacak.
Bu süreçte Vakit’in tarafı, “insan hak ve özgürlükleri”nin tarafıdır... Vakit’in tarafı, “millî irade”nin tarafıdır!..
Vakit; bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da “Hakk’ın, halkın ve haklının yanında” olmaya devam edecektir.
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle...
Bu yazı 1,537 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
3 Ekim 2008
CHP’nin asıl derdi, halktan kopukluk!
-
16 Ağustos 2008
Kur’an Kursu’na düşman... Rusya’ya danışman!
-
14 Ağustos 2008
28 Şubat sürüyor... Yoksa Kıvrıkoğlu haklı mıydı?
-
14 Temmuz 2008
“General” olunabilir... Ama “adam”lık, zor iş!
-
12 Temmuz 2008
“Darbe girişimleri” yetmediyse “suikast” verelim!
-
21 Haziran 2008
“Sahtekâr kahpe”lere mahkeme tescilli cevabımdır
-
13 Haziran 2008
Onlara dokunan yok... Millete gelince, vur abalıya!
-
12 Haziran 2008
Onlar için “millet”in hiç önemi yok!
-
1 Haziran 2008
Kamuoyu CHP’den açık bir özür bekliyor
-
28 Mayıs 2008
Tarassut Köpeği işbaşında... Mı acaba?!?
-
25 Mayıs 2008
Bu işlerde Mason parmağı var mı, yok mu?
-
24 Mayıs 2008
“Teslis”leri boşverin, gelin “tesis”leri gezelim!
-
21 Mayıs 2008
Bu millet, CHP’yi niye iktidar yapmıyor!
-
14 Mayıs 2008
İsimleri yerli, cisimleri yabancı ünlüler!
-
9 Mayıs 2008
Böyle bir Yargı'ya; gel de güven, güvenebilirsen!
-
8 Mayıs 2008
Mutlu’yum... Mutlu’sun!.. Mutlu’lar!.. Zafer Mutlu’lar!
-
7 Mayıs 2008
Kurt’ta bahane, Savcı’da delil (!) bitmez!
-
6 Mayıs 2008
“Haneye tecavüz”ün adı “gazetecilik” olmuş!
-
3 Mayıs 2008
Özgürlük ve demokrasi ya herkese, ya hiç kimseye!
-
30 Nisan 2008
Sanki ikinci 28 Şubat... Hep aynı film!
Yazarlar
-
Mühürdar
-
Behiç Karahisarlı
-
Fahri Güven
-
Murat Bardakçı
-
Avni Özgürel
-
Mehmet Şevket Eygi
-
Muharrem Coşkun
Yorumlar
+ Yorum Ekle