Biliyorum, bu gazete “ev”lere giriyor... Hem de, her gün “200 bin ev”e giriyor... Bu gazeteyi “çocuk”lar okuyor, “genç”ler okuyor, “kadın”lar okuyor... Dolayısıyla, “argo” ve “müstehcen” kelimeler kullanmaktan vazgeçmem, “hakaret ve sövgü” ifadelerine yer vermemem gerekir... Bunların farkındayım ve kullanmamak için azami gayret sarfediyorum... Ne var ki; zaman zaman “ağzımdaki bakla”yı çıkarmam gerekiyor!.. Yaptığım şu: “Hakeden”lere, “hakettikleri” şekilde ve “anladıkları dilden” cevap vermek!..
Kendilerini “sütten çıkmış ak kaşık” gibi gösterip, bana “küfürbaz” diyenlere gelince... Resmen ve alenen “sahtekârlık” yapıyorlar!.. İşte size bir örnek: Adamın birine “Çemkirmen” dedim ya; hemen köşesinden cevap veriyor: “Adamın ağzı bozuk!.. Ona-buna çemkirmen diyor!”
Oysa, işte itiraf ediyorum: “Çemkirme” lâfını ilk defa bu “ağzı temiz”(!) arkadaşın köşesinde okumuştum... Kendisi yazınca “edebiyat” oluyor, ben yazınca “kabahat” öyle mi?!?.. Nerede bu yoğurdun bolluğu?..
Bir örnek daha: Adam, “bütün başörtülü öğrenciler”e hakaret ettiğini, onlara “fahişe” ve “gevaşe” dediğini, hatta “para karşılığında başlarını örttüğünü, para karşılığında bedenlerini de satacaklarını, onları satarak para kazanan godoşlar bulunduğunu” yazıyor ve bunlar “temiz ağız” oluyor ama ben kendisine “aynı dilden” cevap verince “karısına, kızına, yedi sülâlesine hakaret eden bir ağzı bozuk” oluyorum!..
Hele söyleyin, nerede bu yoğurdun bolluğu?..
İşte yine itiraf ediyorum: Bu adam için, o yazımda kullandığım “anasının rahminden değil, anüsünden çıkma..!” ifadesini de, yine “kendi yazısından” iktibas etmiştim... Yani, bu ifadeyi ilk “o” kullanmıştı!..
Ama şimdi, “zeytinyağı gibi üste çıkmaya” çalışıyorlar!..
Yemezler beyler!..
Kısaca demek istediğim şu:
Bana “ağzı bozuk” diyen adamlar, ilk önce “kendi ağızları”na baksınlar!.. Kendi ağızlarının “fosseptik çukuru”ndan farkı yok!.. Ağızlarından “İSKİ’nin kanalizasyonu” geçiyor da, farkında değiller!.. Üstelik “arıtma tesisi” de yok!..
YAPAY, YAPMACIK OLAMAM!
Bunları böylece belirttikten sonra, gelelim “sözün özü”ne... Hemen herkes bilsin ki; sırf “okurlarıma duyduğum saygı”dan dolayı, mümkün olduğu kadar “argo”ya, “sövgü”ye ve “müstehcen”liğe kaçmamaya özen gösteriyorum!..
Ne var ki, “hakedenlere, hakettikleri dilden cevap” verdiğimde de, hiç kimse kusura bakmasın!..
Ben, bir “köylü çocuğu”yum... Bundan dolayı da onur duyuyor ve hiç komplekse kapılmıyorum...
Ben, “millete havlamak” için kullanılan bir “lisan” olan “Pako’ca”yı hiç bilmem!.. Ben “Nişantaşı Cafeleri”nin yanından hiç geçmedim!.. Ben, “sosyete kültürü”yle hiç tanışmadım, tanışmaya da niyetim yok!.. Lâfımı, “kulağı tersinden göstererek” söylemeyi asla beceremem!.. Yatak odama “manita” atmak ya da “sınıf atlamış görünmek” için “entellektüel” ayaklarına da yatmam!.. Çıktığı “yumurta”nın kabuğunu beğenmeyen “sarı civciv”lerden ve yine çıktığı “kestane kabuğu”na, “pis, kıllı” diyenlerden değilim... Ne söyleyeceksem “içimden geldiği gibi” söylerim...
“...gibi” olamam!.. Neysem, oyum... Söyleyeceğimi, “eğmeden, bükmeden, doğrudan” ve “dobra, dobra” söylerim... “Dışı başka, içi başka” olamam!.. “Takiyye” nedir bilmem!.. “Saygı”da kusur etmem ama “kibarlık taslamaya” gelince işte onu yapamam!.. “Yapay, yapmacık, sahte ve ruhsuz” eylemler ve söylemlerin adamı değilim... Söylemim de “sahici”dir, eylemim de!.. En azından; “saf, dürüst ve temiz” kalmaya çalışıyorum...
Hemen her gün, her saat “halkla birlikte”yim... Gerek “yüzyüze” gerek “telefon” ve “e-mail”lerle... Kâh “duygu ve düşünce”lerini anlatırlar bana, kâh “öfke ve sevinç”lerini!..
Kâh “halkın hikâyeleri”nden, kâh “halk hikâyeleri”nden örnekler sunarlar... Bazen de, “atasözleri”nden!.. Hemen her olaya, bir “mesel” anlatırlar!..
Aslına bakarsanız, “beni besleyen” biraz da vatandaşlardır!.. Bazen ben “onlar” olurum, bazen de onlar, “ben!”
Anlayacağınız; benim “Ayna”m, “Türkiye”yi ve “Anadolu insanı”nı yansıtır!..
Hani, zaman zaman; “tam yerine rast geldi, manzara koydum” türünden “fıkra” ve “hikâye”ler anlatırım ya, onların çoğu “okurlarımdan aktarma”dır!..
Onlar anlatır, ben de yazarım...
Aynen, onların “içlerinden geldiği” gibi!..
AĞA İLE KÂHYA’NIN HİKÂYESİ
İşte, “tam yerine rast gelen” bir hikâye daha!.. Hem, “tam yerine rast geldi”, hem de “günün mânâ ve ehemmiyetine uygun” bir hikâye!.. Daha önce yazmıştım ama, okurlarım “yine yaz” diye ısrar ettiler!..
Gel de anlatma, gel de yazma!..
Efendim, hikâye şu:
“Ağa” ile “Kâhya”, binmişler “fayton” türü bir arabaya, düşmüşler “kasaba”nın yoluna!..
Giderlerken, “ağa”nın gözüne; çok affedersiniz üzerinden hâlâ buhar yükselen bir “manda pisliği” takılmış...
Durdurmuş arabayı, dönmüş “kâhya”ya:
“Kâhya” demiş, “Şu manda pisliğinden bir parmak yersen, bu at da, bu araba da, köydeki kâşane de, çiftlik de senin olacak!”
Nihayetinde, “kâhya” da bir insan... Bir an, “zenginlik, güç ve şöhret hırsı”na kapılıp, almış bir parmak, götürmüş ağzına!..
“Tamam” demiş ağa;
“Mal varlığımın tamamı senin... Şimdi gel, sen benim koltuğuma otur, arabayı ben süreceğim!”
Anlayacağınız, “rol”ler değişmiş... Sadece “rol”ler değil, “mal, mülk ve şöhret” de el değiştirmiş!..
Ağa olmuş “kâhya”, kâhya olmuş “ağa!”
Kasabaya “yeni sıfatları” ile varmışlar... Alışverişlerini yapıp, dönüşe geçmişler!..
Yine;
Kâhya ağanın yerinde, ağa da kâhyanın!..
Ne var ki; “kâhya”nın içi rahat değil!.. Ya köylü sorarsa, ya “bu serveti manda pisliğine borçluyum!” demek zorunda kalırsa!..
Bu düşünceler içinde köye dönerlerken, gelmişler, “manda pisliği”nin olduğu yere... “Çiçeği burnunda ağa” dönmüş “eski ağa”ya:
“Heeyy ağa” demiş, “Şundan bir parmak da sen yer misin?”
Ardından eklemiş:
“Yersen, bana verdiğin her şey, yine senin olsun!”
Ağa, arabanın durmasını bile beklemeden, hızla atlamış aşağı!..
Gerisi malûm!..
Her şey eskisi gibi!..
Köye yaklaştıklarında, “ağa”, dönmüş “kâhya”sına...
“Köyden çıktığımızda ben ağaydım... Kasabaya indiğimizde sen ağaydın... Köye girerken, ben yine ağa, sen yine kâhyasın!...
İyi de; biz o boku niye yedik?”
3 AY 12 GÜNÜMÜZÜ KİM YEDİ?
Aynen, “hikâye”deki gibi, sormak gerekmez mi şimdi;
“Türkiye, bu haltı niye yedi?”
Öyle ya;
“Değişen bir şey yok!”
Abdullah Gül, “27 Nisan sabahı”na uyandığında “Cumhurbaşkanı adayı” idi, “28 Ağustos sabahı”na uyandığında yine “Cumhurbaşkanı adayı” idi!..
Ne olurdu sanki;
“CHP’nin öfke, hırçınlık ve çirkefliği” olmasaydı da, bu iş “3 ay 12 gün önce” bitmiş olsaydı!..
Ne olurdu sanki;
Anayasa Mahkemesi, CHP’nin “Türkiye’de gerilim ve çatışma çıkar” tehditlerine pabuç bırakmayıp da, “367 dayatması”na geçit vermeseydi!..
Ne olurdu sanki;
O gece “e-bildiri” yayınlanmasaydı da, “postal yalayıcıları” ümide kapılıp, “Bremen mızıkacıları” gibi ortalığı “velvele”ye vermeseydi!..
Ne olurdu sanki;
“Sözde sivil, özde despot” kurum ve kuruluşlar, “cumhuriyet kılıflı mitingler” düzenleyip, oralarda “Çankaya’da imam istemiyoruz” diye höykürmeseydi de, “millet gerim gerim gerilmese”ydi!..
Ne olurdu sanki;
Her şey “demokratik teamül”ler çerçevesinde yürüseydi de, “Türkiye’nin 3 ay 12 günü zayi olmasa”ydı?..
PEKİ, NE DEĞİŞTİ TÜRKİYE’DE?
Bunlar gibi; daha nice “ne olurdu sanki” sorusunu sorar ve cevabını veririz...
Özetleyecek olursak;
Abdullah Gül, 27 Nisan’da “Cumhurbaşkanı adayı”ydı... “Engellemeler” sonucu seçilemedi!.. Türkiye, “seçim”e gitmek zorunda kaldı.
Peki, “değişen” ne oldu?..
AK Parti, 22 Temmuz’da “daha güçlü” geldi iktidara!.. Abdullah Gül de, “daha güçlü” olarak girdi “Cumhurbaşkanı seçimi”ne!..
Ve sonunda, “Cumhurbaşkanı” seçildi!..
İyi, hoş da;
“Türkiye’nin 3 ay 12 gününe malolan halt”ı kim yedi, niye yedi?..
Bir defa daha öğrendik ki;
İnsanoğlunun gözünü, “malk, mülk, zenginlik, para, makam, şöhret ve ideolojik hırs” bürümeye görsün!..
Yer!.. Her “halt”ı yer!..
“Manda pisliği”ni bile!..
Ne var ki;
“Ağa”ların ve “kâhya”ların; orasını “son kale” ilân edip, “Çankaya Köşkü’ne sahip çıkmak” için yediği bunca “halt”a rağmen, sonunda oraya oturan “tornacı bir babanın oğlu” oldu!..
Sormak gerekmez mi şimdi;
“Böyle olacağı” biline biline, bunca “halt”ı yemeye ve “Türkiye’yi germeye” değer miydi?..
Heyy “ağa”lar, heyy “kâhya”lar, sorum size!..
Hele söyleyin, ne değişti Türkiye’de?..
Türkiye, yerli yerinde duruyor!..
“Çankaya Köşkü”de bir yere gitmedi!..
Değişen tek şey;
“Cumhur”un, “başkan”ına kavuşması oldu!..
“Geç” oldu, “güç” oldu, ama oldu!..
Hem de, “Çemkirmen”lere rağmen!..
“Halt” yiyenler, yedikleriyle kaldı!..
Hepsi, bundan ibaret!..
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle