En Sıcak Konular

Yusuf Kaplan
Yeni Şafak

Yusuf Kaplan
0 0 0000

Medya, nasıl seküler 'kilise'lere dönüştü?



Modern yazılı kültür, matbaanın icadıyla birlikte gelişmiş bir kültürdür. Matbaanın icadından da, yazılı kültürden de sözederken, aslında modernlikten, modern dünya tasavvurundan, modernliğin seküler Tanrı, insan ve kâinât tasavvurundan sözederiz.

Yazılı kültür, modernliğin ürünü olan bir kültürdür. O yüzden yazılı kültür, modernliğin kavramlarını, anlam haritalarını ve anlamlandırma pratiklerini şifreleyerek yeniden üretir: Matbaa ve dolayısıyla modern yazılı kültür, seküler Batı uygarlığının hem temel kurucu kodlarını ele verir, hem sunar, hem de yeniden üretir.

Marksist edebiyat teorisyeni Terry Eagleton, romanın ortaya çıkışıyla birlikte, romanın hem dinin yerini aldığını, hem de büyük ölçüde dinin kodlarını, dolayısıyla dilini kullandığını hatırlatır bize.

Aynı gözlemleri, bütün bir medya endüstrisi ve kültürü için de yapabiliriz. Tıpkı roman gibi, önce gazetenin, sonra da televizyonun hem dinin yerini aldığını, hem dinin gördüğü işlevleri gördüğünü, hem de dini dönüştürerek sekülerleştirilmiş bir din icat ettiğini söyleyebiliriz.

Hegel'in, gazetenin, “modern insanın sabah ibadeti olduğu” şeklindeki gözlemi, yazılı, sesli ve görüntülü medyanın nasıl dinin yerini aldığını göstermesi bakımından önemsenmesi gereken bir gözlemdir. Benzer bir gözlemi, film teorisyeni David Bordwell de sinema salonları için yapar ve “sinema salonlarının seküler katedraller” olduğunu söyler.

Öte yandan, eğer matbaa olmamış olsaydı, Protestanlık, en azından bütün bir Avrupa'da, daha sonra da Amerika'da hâkim veya başat din hâlini alamazdı. Protestanlığın yaygınlaştırılmasında ve köksalmasında Osmanlı'nın, özellikle Kanunî döneminden itibaren önemli katkılarının olduğunu da burada yeri gelmişken hatırlatmak yararlı olabilir.

Protestanlık, dinin sekülerleştirilmesiyle sonuçlanan bir çabadır. Dinin sekülerleştirilmesi demek, dinin dünyadan uzaklaştırılması demektir aynı zamanda. Dinin sekülerleştirilmesiyle birlikte, Batı'daki otorite, hegemonya ve meşruiyet kaynaklarını artık Kilise değil, Kilise Tanrısı'nın yerine geçen ve tanrılaştırılan seküler insan almıştır.

Dinin hayattan uzaklaştırılması, edebiyat, sanat ve ardından da medya endüstrisinin ve çabalarının hem dinin yerini alması ve dinin gördüğü işlevi görmesi, hem de dünyevî ve beşerî olanın dinselleştirmesiyle sonuçlanmıştır.

Protestanlaşma, insanların dine göre hareket etmeleri değil, dini kendi arzularına, algılama biçimlerine göre şekillendirmeleri; yani insanların dine uymaları değil, dini kendilerine uydurmaları çabasıdır. Protestalığın, dinin evrensel / ekümenik gövdesini tam ortadan yararak, dini millîleştirmesi, millî kiliselerin ortaya çıkmasına neden olması, kapitalizmin doğuşunda belirleyici itici güçlerin başında gelmesi, bütün bunların hepsi, aslında sekülerleşmenin, dolayısıyla modernliğin kaçınılmaz sonuçlarıdır.

Osmanlı'ya matbaanın geç gelmesinin nedenleri burada gizlidir. Aslında matbaa Osmanlı'ya Avrupa'yla aynı yıllarda girmiştir; ama Osmanlı yönetimi matbaanın Müslüman nüfus yerine, gayr-i müslim nüfus arasında yaygınlaşmasına izin vermiştir. Çünkü matbaa, tıpkı Avrupa'da olduğu gibi öncelikle dînî metinlerin basılmasında, dolayısıyla din etrafında sürdürülen tartışmaların yayılmasında ve yaygınlaştırılmasında kullanılmıştır.

Matbaa, bir yandan Avrupa'nın millî devletlere, millî kültürlere, millî dillere ve millî kiliselere bölünmesinde, öte yandan da, Avrupalı ulus-devletler arasındaki hegemonya mücadelelerinin kızışmasında ve hatta Avrupa'nın iç savaşların eşiğine sürüklenmesinde birinci derecede rol oynamıştır.

Başka bir deyişle, matbaanın icadı Avrupa'nın siyasî olarak bütünleşmesini engellemiş, kapitalizmin azmanlaşmasına yol açacak bütün kavramları ve kurumları hazırlayıp yaygınlaştırarak Avrupa emperyalizminin ve sömürgeciliğinin yeni boyutlar kazanmasına neden olmuştur.

Matbaanın en önemli sonuçlarından biri, yazılı, sesli ve görüntülü kitle iletişim araçlarının, seküler kiliselere dönüşmesi, din-dışı kutsallıklar üretmesi, seküler ikonları yaygınlaştırmasıdır.

Modernliğin insanı ve hayatı sadece bu dünyaya, tek boyuta indirgemesi, dini hayattan uzaklaştırması, medyanın tam bu noktada dünyevî ve beşerî olanı dinselleştirmesine, kutsallaştırmasına, ayartıcı, baştan çıkarıcı din-dışı kutsallıklar üretmesine neden olmuş; bu da, Weber'in “demir kafes” olarak tarif ettiği modernliğin ürettiği “özgürlük kaybı” ve anlam krizi” gibi temel varoluşsal sorunların bastırılmasına, kitlelerin medyaların ürettiği imajlar ve sanal gerçekler tarafından ayartılmasına, anlamsızlaşan hayatın sahte ve baştan çıkarıcı fetişler ve ikonlar üzerinden din-dışı kutsallıklar tarafından çepeçevre kuşatılmasına neden olmuştur.

Peki, seküler kiliselere dönüşen ve medyatikleşen hayatımızın her alanını tıpkı bir din gibi tanımlayan medyalar dönüştürülemez mi? Cuma günkü yazıda, bunun nasıl mümkün olabileceğinin ipuçlarını veren Ülke-TV'deki Meksika Sınırı programı üzerinden tartışacağım ve göstereceğim.



Bu yazı 1,318 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 28 Temmuz 2008 Ergenekon'la “dolmuşa bindirilmediğimizden” emin miyiz?
    • 21 Temmuz 2008 Televizyonu dönüştürmek ve dil kurmak
    • 14 Temmuz 2008 Medya, nasıl seküler 'kilise'lere dönüştü?
    • 27 Haziran 2008 Travma ve yok oluş süreci
    • 27 Haziran 2008 Travma ve yok oluş süreci
    • 26 Mayıs 2008 Küresel İngiliz hâkimiyetine doğru (mu?)
    • 19 Mayıs 2008 İngilizlere dikkat!
    • 28 Nisan 2008 Laikçilik zırhıyla Türkiye'yi satıyorlar!
    • 25 Nisan 2008 Medeniyet yoksa, medîne de, din de yok olur
    • 18 Nisan 2008 Peygamberî çağ/rı
    • 24 Mart 2008 Çağa tanıklık, peygamberî soluk ve öncü varoluş kuşağı (2)
    • 17 Mart 2008 Türkiye bağımsızsa, Türkiye'yi bağlayan şey ne öyleyse?
    • 14 Mart 2008 Yalıtılmış masal perdesinden ruhsuz heykeller yapmak
    • 10 Mart 2008 "32. Gün"ün yaptığı şey televizyonculuk mu?
    • 3 Mart 2008 Aydınlanma mı dediniz? Peki, nerede Kant'ınız, Diderot'nuz, Voltaire'iniz?
    • 25 Şubat 2008 Kurumları kezzapladık, şimdi sıra insanlarda mı?
    • 18 Şubat 2008 Konya modeli
    • 15 Şubat 2008 Türkiye neden durdurulmalı; ama durdurulamaz?
    • 11 Şubat 2008 'Medya terörü' derhal durdurulmalı!
    • 4 Şubat 2008 21. yüzyılı "Türkiye" başlatacak...

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,436 µs