En Sıcak Konular

Yusuf Kaplan
Yeni Şafak

Yusuf Kaplan
0 0 0000

Küresel İngiliz hâkimiyetine doğru (mu?)



İngiltere kraliçesinin Türkiye ziyareti, kraliçenin Türkiye'de yaptığı açıklamalar ve gezdiği yerler, üzerinde ziyadesiyle durulmayı hak ediyor.

Her şeyden önce, İngiltere kraliçesinin Türkiye ziyareti, Soğuk Savaş'tan sonraki süreçte başlayan İslâm'ın küresel sistem tarafından tehdit olarak konumlandırıldığı ve benim 11 Eylül Süreci olarak tarif ettiğim süreçte esaslı bir makas ve rol değişimine işaret ediyor.

Önceki yazımda da dikkat çektiğim gibi, Amerika'nın 2001 11 Eylülü'nden itibaren izlediği ve adına yanlış bir şekilde “demokrasi yerine güvenliği önceleyen strateji değişikliği” denen politikaların Amerika'yı küresel bir çıkmazın eşiğine getirip bıraktığını, bu küresel kaos ve çıkmaz sürecinin İngiltere tarafından çok iyi değerlendirildiğini ve dünya sisteminin şekillendirilmesinde İngiltere'nin şimdilik çok fazla fark edilemeyen ölçekte güç kazandığını göremiyoruz, ne yazık ki.

Amerika, özellikle de Clinton Amerikası, 2001 yılına kadar “dünyaya demokrasi ihraç eden ülke” olarak alkışlanıyordu. Ancak 2001 yılından itibaren Amerika, “güvenliği önceleyen” strateji değişikliğine gittiği zamandan bu yana lanetleniyor. Lanetleniyor; çünkü Amerika'nın güvenliği önceleyen stratejisi, dünyayı kaosun ve tam bir çıkmaz sokağın eşiğine getirip bıraktı.

Burada göremediğimiz yakıcı sorun şu: Amerika'nın demokrasi ihracı, yeni bir emperyalizm biçiminden başka bir şey değil. İngilizlerin dünya sistemine çeki düzen verdikleri 19. yüzyılda bu “oyun”un adı, “medenîleştirme misyonu”ydu. Medenîleştirme misyonu, örtük veya yeni sömürgecilik döneminin başlangıcıydı: Temel hedefi, dünyada özelde İngiliz, genelde Batı hâkimiyetini tesis etmek ve bu hâkimiyete direnecek ülkeleri ve aktörleri devre dışı bırakmak, tarihten uzaklaştırmak, tarih yapan ülke konumundan tarihte tatil yapan ülke konumuna getirebilmekti.

Bu sürecin sonunda, İngiltere'nin amacı, merkezini Doğu Akdeniz havzası ile Hint Okyanusu havzasında kalan İslâm dünyasının oluşturduğu bölgede Abdülhamit döneminde hızla güçlenen Osmanlı'yı durdurmak ve bölgeyi, hinterlandıyla birlikte olabilecek en küçük parçalara bölebilmek ve böylelikle dünya üzerinde mümkünse İngiliz hâkimiyetinin pekiştirilmesini, eğer bu mümkün olmazsa, kuzenleri Amerika'nın hâkimiyetinin tesis edilmesini gerçekleştirmekti.

İngilizler, hedeflerine ulaşmayı büyük ölçüde başardılar: Osmanlı durduruldu; İslâm dünyası paramparça edildi ve haritalar -adeta cetvelle- yeniden çizildi. Asıl hedef, Osmanlı'nın durdurulmasıydı; çünkü Avrupalı düvel-i muazzama, sömürgelerinde birbirleriyle kıyasıya boğuşuyorlardı ve Avrupalı devletler arasındaki boğuşma, sonunda Avrupa'nın içine de sıçramıştı.

İşte İngilizler burada bizim göremediğimiz ve bu kafayla da sittin sene göremeyeceğimiz esaslı bir şeyi çok iyi (ön)gördüler: Eğer Osmanlı, dolayısıyla İslâm medeniyeti durdurulamayacak olursa, Avrupa ülkeleri zaten birbirlerine girecekler ve Avrupa büyük bir felâketin eşiğine sürüklenecekti: Önce kendileri, kendileri olmazsa kuzenleri Amerikalıların bölgeye hâkim olması, Batı uygarlığının varlığını ve hâkimiyetini sürdürebilmesi açısından bir hayat memat meselesiydi.

Osmanlı'nın durdurulmasıyla birlikte, hem İslâm dünyası paramparça edilmiş oldu; hem de Osmanlı coğrafyasındaki doğal gaz ve petrol yatakları bölge dışındaki emperyalist ülkelerin kontrolüne girmiş oldu.

Osmanlının durdurulmasından sonraki süreçte, Lozan'da, biz Türklere, görünüşte, toprak üzerinde bağımsızlığımız verildi; ama iddialarımızı, bizim tarih yapmamızı mümkün kılan, ruhumuzu ve varlık nedenimizi oluşturan medeniyet iddialarımızı terk etmemiz istendi bizden.

Biz de buna, nasılsa “bağımsızlığımızı koruyoruz” diyerek evet dedik. Bunun, yani iddialarımızı terk etmenin Türkiye'nin bağımsızlığını yitirmesi anlamına gelebileceğini, Türkiye'nin, kendisinden uygulaması istenen sekülerleşme projesiyle kendi kendini sömürgeleştirmesi (zihnen, ruhen ve sûretâ İslâm'dan uzaklaşıp metamorfoza uğrayarak Batılılaşması) gibi büyük bir tarihî yok oluş serüvenine soyunduğunu göremedik bile.

Şu ân gelinen noktada, Amerikan küresel hâkimiyeti meşrûiyetini çoktan yitirmiştir ve çatırdamak üzeredir. İngilizler, bu süreçte birinci derece rol oynadılar. Yani kuzenlerini -her zaman oynadıkları oyunu oynayarak- arkadan vurdular. O yüzden İngilizler, Amerika'yı devre dışı bırakarak Arap dünyası ile Türkiye'yi yanlarına alarak yeni bir küresel düzen tesisi için kollarını sıvamaya başladılar.

Yani, Türkiye'deki uluslararası stratejistlerin göremedikleri şaşırtıcı bir İngiliz atağıyla karşı karşıyayız.

Kraliçe'nin Türkiye ziyaretinden sonra Türkiye'nin ABD ile de, AB ile de ilişkileri artık eskisi gibi olmayacak kolay kolay.

Buradaki yakıcı soru şu: Türkiye, İngilizlerin küresel sıçrama gerçekleştirmek üzere olduklarını görerek yeni bir oyun mu kurmak istiyor; yoksa, bir kez daha oyuna mı geliyor?



Bu yazı 1,286 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 28 Temmuz 2008 Ergenekon'la “dolmuşa bindirilmediğimizden” emin miyiz?
    • 21 Temmuz 2008 Televizyonu dönüştürmek ve dil kurmak
    • 14 Temmuz 2008 Medya, nasıl seküler 'kilise'lere dönüştü?
    • 27 Haziran 2008 Travma ve yok oluş süreci
    • 27 Haziran 2008 Travma ve yok oluş süreci
    • 26 Mayıs 2008 Küresel İngiliz hâkimiyetine doğru (mu?)
    • 19 Mayıs 2008 İngilizlere dikkat!
    • 28 Nisan 2008 Laikçilik zırhıyla Türkiye'yi satıyorlar!
    • 25 Nisan 2008 Medeniyet yoksa, medîne de, din de yok olur
    • 18 Nisan 2008 Peygamberî çağ/rı
    • 24 Mart 2008 Çağa tanıklık, peygamberî soluk ve öncü varoluş kuşağı (2)
    • 17 Mart 2008 Türkiye bağımsızsa, Türkiye'yi bağlayan şey ne öyleyse?
    • 14 Mart 2008 Yalıtılmış masal perdesinden ruhsuz heykeller yapmak
    • 10 Mart 2008 "32. Gün"ün yaptığı şey televizyonculuk mu?
    • 3 Mart 2008 Aydınlanma mı dediniz? Peki, nerede Kant'ınız, Diderot'nuz, Voltaire'iniz?
    • 25 Şubat 2008 Kurumları kezzapladık, şimdi sıra insanlarda mı?
    • 18 Şubat 2008 Konya modeli
    • 15 Şubat 2008 Türkiye neden durdurulmalı; ama durdurulamaz?
    • 11 Şubat 2008 'Medya terörü' derhal durdurulmalı!
    • 4 Şubat 2008 21. yüzyılı "Türkiye" başlatacak...

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,528 µs